23 Nisan 2011 Cumartesi

Önce İnsan... - İlhan Selçuk

 Önce İnsan...
İran’da Şirazlı Şeyh Sadi’nin mezarını çevreleyen bahçedeki balıklı dereyi gördüğüm günü bugüne dek unutamadım. Son günlerde sık sık anımsıyorum.


Niçin?..


Soruya yanıt vermeden önce “İran Gezi Notları”ndan bir parçayı birlikte okuyalım.


*


“Bahçede sekiz on ayak merdivenle inilen mahzenimsi bir odacık var. Bu odacığın tabanında bir su çağlıyor. Bir küçük yeraltı deresi. Tepede beton kafesli pencerelerden giren loş ışık, suyu ve içinde kaynaşan yüzlerce balığı aydınlatıyor. Anlatılanlar doğruysa, bir zamanlar buraları bağlık bahçelikmiş; bu dere de bağların bahçelerin ortasından akarmış ve Şirazlı Şeyh Sadi suyun kenarında oturup şiir söylermiş; öyle güzel söylermiş ki, balıklar dinlemeye gelirmiş şairi...


Bu balıklar mı?..


Bakıyorum balıklara, bunlar gümüş pullu güzel balıklar değil, dar bir beton kanala hapsedilmiş suyun içinde kaynaşan sarı renkli küçük canavarlara benziyorlar.


Neredeyse ‘su az, balık çok’ diyeceğim.


Birisi ekmek aldı, parçalayıp balıklara atmaya başladı; her bir lokma suyun içinde kaynaşma yaratıyor, ekmek kavgasının anaforları oluşuyordu. Sarımtırak sırtlı balıklar, ağızlarını açarak, kuyruklarını birbirine çarparak, sivri dişlerini göstererek lokmaları birbirinden kapmak için kavga ediyorlardı. Kavga, su düzeyinin kimi zaman üstüne bile çıkıyordu. Loş mahzende, dar beton kanalda, ekmek için birbirini yiyen bu balıklar, Şeyh Sadi’nin şiirlerini dinlemeye koşan gümüş pullu balıklar mıydı?..”


Evet, neden anımsadım vaktiyle Şiraz’da Şeyh Sadi’nin mezarında gördüğüm kirli sarı balıkları?..


*


Ramazan ayı boyunca sağda solda, ötede beride, yoksul yurttaşlarımıza yiyecek dağıtıldı; kimi zaman bir belediyenin, kimi zaman bir hayır sahibinin düzenlediği bu dağıtımların görüntüleri televizyon ekranlarına da yansıtıldı.


Yoksul insanların bir parça ekmek için birbirlerini çiğnediği gözlendi; bir avuç erzak için, çoluk çocuk, nine torun, kadın erkek birbirine girdi; üst üste, alt alta, itişerek, kakışarak, kapışarak, birbirini dirsekleyerek, birbirleriyle dövüşerek dağıtılan ekmekleri paylaşmaya çalışan insanlarımızın halini izlerken ağlayacak gibi oldum...


Utandım...


Hayır, ekmek uğruna onurlarını hiçe sayıp unutan insanlarımızı kınamıyorum; açlık ve yoksulluk, kişiyi hayvansı güdüleriyle davranışlara iteler...


Ben kendimden utandım.


*


Türkiye’yi ‘köşe dönmecilik’ üzerine koşullandırıp batağa sürükleyen politika, 1980’lerin ‘yükselen değerleri’yle başladı; bugün ‘mafya, kara para, uyuşturucu, rüşvet, çetecilik, terör, yobazlık, softalık’ batağına saplanan bir toplumda tedirginliğin doruğundayız; ya tarikat şeyhinin, ya cemaat reisinin, ya aşiret başının kulluğuna bağlanan kişiden hayır gelir mi?..


Bu düzen değişmeden hiçbir şey düzelemez, çünkü bu düzen insanı yok ediyor.


İnsan yok olunca, var olacak olan ne?..


Önce insan!..

0 yorum:

Yorum Gönder