23 Nisan 2011 Cumartesi

Fili Yuttu Bir Yılan... - İlhan Selçuk

 Fili Yuttu Bir Yılan...
İşkence konusu basın yayının demirbaşıdır, bitmez tükenmez, sürer gider...


Doğal sayılmalıdır...


Niçin?..


Çünkü bu toplum ‘Karakolda ayna var’ diye türkü yakmış, dayağı doğal saymış; askerde üst astını, okulda öğretmen öğrencisini, dükkânda usta çırağını, evde baba çocuğunu, evlilikte koca karısını dövmeye alışmış...


Dayak, korkutma, baskı ve falaka kültürü topluma sinmiş, tarihimize istiflenmiş...


Mahalle mektebinde sınıfın duvarına ‘falaka’ asan biz değil miyiz!..


Kutsal kitabımız, erkeğin karısını helalinden dövmesini öğütlemiyor mu!..


Hocanın ve kocanın vurduğu yerde gül biter...


Kızını dövmeyen dizini döver...


Dayak cennetten çıkmadır...


Ya işkence?..


Geçmişimizin bize yüklediği işkence kültürüne bir de Amerikan televizyonlarından yansıyan şiddet, kan, öldürüm, çılgınlık, cin, peri, kung-fu, tatemi, karate, cadı, terminator, şeytan, Azrail vb.’nin bilgisayarlı masalları karışmadı mı!.. Toptan hastalandık, çıldırmak üzereyiz, elimize birini geçirdik mi vay ve vah haline!..


*


Öykü bu ya Afrika’da, devletlerin gizli örgütlerinden seçilmiş timler arasında bir yarış düzenlenmiş.


Yarışın konusu:


Her devletin timi, vahşi arazi ortamında bir zürafa yakalayıp getirecek...


Niçin?..


Bilindiği gibi zürafa çok hızlı koşar, yakalanması güç bir hayvandır.


Yarış başlamış.


İlk sıra İran gizli örgütünün kara sarıklı timindeymiş. Acem komşumuzun en yetkili, hızlı ve uzman elemanları işe başladıktan 8 saat 47 dakika sonra güzel bir zürafayla dönmüşler. Ardından İsrail’in ünlü gizli örgütünün deneyimli elemanları ortalıktan kaybolmuşlar; 2 saat 35 dakika sonra yakaladıkları seçme bir zürafayla gelmişler. Amerikalı gizli örgüt elemanları rekoru 1 saat 55 dakikaya indirmişler.


Sıra Türklere gelince herkeste heyecan doruğuna çıkmış...


Bizimkiler, hakem tabancayı patlatır patlatmaz, son hızla bir semt-i meçhule yönelmişler.


Ama saatler çabuk geçiyor...


3 saat...


5 saat...


Bizimkilerden ses seda yok; gece basmış, tanyeri atmış, güneş doğmuş...


Öğle vaktine doğru bizim gizli örgüt elemanları yanlarında bir fil ile görünmüşler...


Fil perişanmış, kulakları yaralı, dişleri kırık, hortumu düşük, sağa sola yalpa vura vura zorlukla yürüyormuş...


Hakemler demişler ki:


- Bu ne biçim iş! Biz sizden zürafa istedik, oysa siz kocaman bir fil getirdiniz...


Ama, beklenmedik bir şey olmuş, fil telaşla:


- Hayır, hayır... diye çırpınmaya başlamış, ben fil değilim, vallahi billahi değilim, ben zürafayım, gerçekten bir zürafayım...


*


Mizahın el atmadığı konu yok...


Faili meçhul cinayetler ve işkenceler ülkesine dönüşen Türkiye’de, gün geçtikçe cehennemleşen yaşamın dudaklarına bir gülücük iliştirmek zorundayız.


Halkın mizah gücü her şeyin üstesinden geliyor...


Ne demiş atalarımız:


Güleriz ağlanacak halimize!..


Boşuna mı söylenmiş bu laf?..

0 yorum:

Yorum Gönder