5 Mayıs 2011 Perşembe

GARİP BİR HATUNUM İŞTE !..

 GARİP BİR HATUNUM İŞTE !..

Çukurova’nın bereket dolu ovasına güneşin aydınlığı yavaş, yavaş süzülmektedir. Pamuk toplama zamanıdır. Kadını, erkeği, yaşlısı genci, beyaz altından bir ekmek parası çıkarabilirim ümidi ile, tarlalarda ırgatlık yapmaktadır.
Tarsus’un Heleke köyünün Bingöl mevkiinde bir tarla.. Kocaman bir ateş yanmakta, ateşin üzerindeki kazanda ise su kaynamaktadır. Baba sağa sola telaşla koşmakta, anne ise ortada görünmemektedir.
Altı yaşındaki Fehmi ve dört yaşındaki Aysel, cibinliğin altında irileşmiş gözleri ile, ne olup bittiğini merakla ve endişe ile izlemektedirler.. Birden bir bebek ağlaması duyulur.. Çocuklar şaşırırlar..
Güllü Bacı ertesi gün Mehmet Ali‘sini sırtına bağlayarak o yakıcı güneşin altında pamuk toplamaya devam edecektir. Bu onun ekmek, aş kavgasıdır. Sofraya konulacak somun ekmektir.
O beyaz altın, sadece sofraya konulacak aşın parası değildir Güllü Bacı için. Çocuklarının geleceği, defter, kalem parasıdır. Bebelerinin okuması, “Böyük adam” olması demektir pamuk.
Güllü Bacı için gece, gündüz yoktur. Zaman sabah ve yatsı arası sınırlıdır. Bu saatler arasında tarlada çalışılır çünkü..
Çeltiğe gider, yarı beline kadar su içinde kalır.. Ama şikayet etmeyi aklından geçirmez. O anadır çünkü.. Eri Tevfik Ağa, Abbas Ağa’nın tahin fabrikasında elli kuruş yevmiye ile susam ezmektedir.
Yetmez bu elli kuruş. Güllü Bacı, çapaya gider, düğünlerde aşçılık yapar. Tüm derdi, çocuklarının bu sefil hayattan kurtulmasıdır. Kızlarının onun çektiği cefayı, çileyi çekmesini hiç istemez.
Dedim ya, çocukları okusun “Böyük adam” olsun, istemektedir Güllü Bacı.. Beş çocuğundan sadece bir tanesi Fehmi okur ve anacığının tabiriyle “Böyük adam” olur.
Hayriye..DDY’da çalışmaktadır. İflah olmaz bir Kemalist’tir. Sendikalarda görev alır.Yurt savaşında, kadın haklarında, işçinin emekçinin yanında nöbet tutmak Hayriye için vazgeçilmezdir. Sabahın köründe kalkar, yemeğini pişirir, çocuklarının kahvaltısını hazırlar… Hatta evine ucuz et girsin diye, Ankara’dan o zamanlar ulaşımı hayli zor olan Sincan’a gider.. Çocukları onun için yaşamın da önündedir. Yorulmak, şikayet etmek nedir bilmez bir anadır Hayriye, tıpkı öteki analar gibi..
Evin bütçesine katkıda bulunmak için eve Osmanlıca belgeler getirir, sabahın ilk ışıklarına kadar o belgeleri tercüme eder ve bazen hiç uyumadan işe gider Hayriye..
Yarattığı boş vakitlerde çocuklarına kitap okur, Mustafa Kemal’i anlatırdı hiç bıkmadan usanmadan.. Babasının İstiklal Madalyası’nı milli bayramlarda kalbinin üstünde gururla taşırdı Hayriye.. Savaşçı, yorulmak bilmeyen direnişçi bir kadındı.
Kızı ve oğlu için gerektiği takdirde canını verecek kadar severdi onları. Ama önce vatan derdi..
Her iki ana da canlarından can koparıp dünyaya getirdikleri çocuklarını emek vererek büyütmüşler çocuklarını..
Güllü ve Hayriye… Bir gün yollarının kesişeceğini hiç bilmeden çocukları uğruna ömürlerini üreterek tükettiler. Onların hayatta aldığı en büyük armağan ise, çocuklarının sevgisi, mutluluğu ve başarıları idi.
Hayriye Erengöl. Bana can veren, yetiştiren, Mustafa Kemal’i öğreten kutsal kadın. Anam..
Güllü Özen.. Gök yüzündeki tüm yıldızları o güzelim gözlerinde toplayan Güllü anam..
Onları ve tüm anneleri satırlara veya sayfalara sığdırmak mümkün mü?
Her yılın Mayıs ayının ikinci Pazar’ı tüm dünyada anneler günü olarak kutlanır.
İnsanlar nedense, emperyal kültürün dürttüğü tüketim politikası ile mağazalara, alışveriş merkezlerine koşarlar.
Ve Mayıs’ın ikinci Pazar günü, çok büyük bir iş yapmış kişilerin gönül rahatlığı ile, haftalardır ziyaret etmedikleri annelerine hediyelerini verirler.
Kimse bana darılmasın, kızmasın ama ben “Anneler Günü”nü, ABD’den ithal edilen bu günü kutlamayı hiç mi hiç sevmiyorum.
Bir amerikalı kızın annesinin ölümünün ardından duyduğu acıyı, ABD emperyalizminin tüketim politikası ile çerçeveleyip önümüze koymalarını da asla hazmedemiyorum.
Biliyorum, şimdi bazılarınız bana, “Annelerimiz bir gün bile hediye almayı, sevinmeyi ve mutlu olmayı hak etmiyorlar mı?” sorusunu yönelteceklerdir.
Ne münasebet. Elbette yılın 365 günü mutlu olmayı, saygı ve sevgi görmeyi hak ediyorlar o eli öpülesi kutsal kadınlar..
Ülkemizde nüfusun % 18,56′sı açlık sınırında..İşsizlik % 21… Çalışan kadınlar işlerini kaybetmek korkusu ile yaşamaya çalışıyorlar..
Güneydoğu’da kadın ana olmanın bilincine bile varamadan devletten çocuk yardımı alabilmek uğruna durmadan, hayatlarını tehlikeye atarak doğum yapıyorlar.
Feodal toprak ağalarının köleleştirdiği kocalarının egemenliği altında şiddet görmekte, ezilmekte, öldürülmekte ve onursuzlaştırılmakta..
Ben Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşıyım. Vatandaşlığımın temeli ise ulus devletin DİL- TARİH- YURT ve KÜLTÜR birliğidir. İşte bu nedenle milli kültürümün bir parçası olan analarımıza duyduğumuz sevginin, ana-çocuk arasındaki kutsal bağın, emperyal kültür tarafından yozlaştırılıp yok edilmesini de kabul edemem.
Kutsal ana vatanın iki milyon metre kareden fazla toprağı, yabancılara peşkeş çekilmişken, “Anneler günü kutlu olsun ” hiç diyemem.
Çocuksuz kadınları, anasız çocukların canını fazlasıyla yaktığımız bu günde, vatan sevgisinden sonra gelen o kutsal sevginin, ana sevgisinin bir tüketim aracı yapılmasını, pazarlanmasını ve reklamları konu olmasını kabul etmem mümkün değil.. Güllü anamın saç üzerinde pişirdiği bazlamanın mis gibi kokusu hala burnumda.. Ya tam istiklalci Hayriye Hanım’ın pişirdiği, tadını asla unutamadığım o zeytinyağlı enginar….
Kimse kusura bakmasın, ben senelerce önce kaybettiğim iki anamı da çok ama çok sevdim.
Güllü anamın nasırlı elleriyle yüzümü okşadığı zaman yüreğimde kabaran sevgi seli.. Hayriye annemin bana Mustafa Kemal’i anlatan, beynimi aydınlatan sesi.. Onları kaybedeli çok seneler geçmesine rağmen hiç unutamadığım sevgili analarım.
Ben analarıma duyduğum, sevgiyi, saygıyı ve tükenmez minneti kimse kızmasın bana, ABD emperyalizminin bu çakma gününe kurban edemem..
Ne onlara ne de Bağımsızlık Savaşı’nda yitirdiğimiz, Cumhuriyet’in kuruluşunda emeği olan yiğit kadınlara hatta yaşayan benim nazarımda kutsal olan tüm analara ihanet edemem.
Ben anneler gününü kutlamam.
Garip bir hatunum. Ne Çankaya’daki çakma gülü ne de ithal günleri severim.
Ben Anadolu’mun toprağını, has kültürümü, kır çiçeklerini severim.
Ben analarımı her gün, aldığım her solukta sever, onları canımdan aziz tutarım. Ama anneler gününü hiç sevmem ve kutlamam.
Garip bir hatunum işte..

FİGEN ÖZEN

0 yorum:

Yorum Gönder