Radikal Dinci kesim ve yardakçılarının Atatürk ve Milli Mücadele Dönemi hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmediklerinden o kadar eminim ki, aşağıda hikâyesini anlatacağım büyük Yunan Taarruzu ve başarılarını da duymadıklarını tahmin ediyorum.
Düşmanlarla beraber olup kendi Ordusu ile uğraşmak Türk Ulusu gibi binlerce yıllık İnsanlık tarihinin derinliklerinden gelen bir ulusun lider ve aydınları için gerçekten utanç verici bir durumdur. Zaten bilgi noksanlığı, cehalet bu kesimde o kadar büyük boyutlardadır ki nerdeyse Sevr Antlaşmasını bile olumlu gösterilirken, Lozan Antlaşmasını lanetliyebiliyorlar. Çünkü bu güne kadar bu kesimden Serv'i lanetleyen tek bir söz çıkmazken Lozan hakkında kitap üzerine kitaplar yayınlanmıştır. Bunun tek nedeni Sevr'i Halife Sultan yaptırmışken, Lozan'ı asi General Mustafa Kemalin gerçekleştirmiş olmasından başka bir şey değildir.
Bu gün, yani 2010 yılında, bu görüşe, bu anlayışa destek veren bir siyasi kadronun Yasama ve Yürütme organlarının başında bulunması Türk toplumu için inanılmaz ölçüde talihsiz bir olaydır. Türkiye Cumhuriyetinin ve çağdaş Türk Demokrasisinin Türk Ordusu tarafından ne büyük zorluklarla kurulduğunu bilmeyen bu insanların fedakâr ve cefakâr Ordu mensuplarını her türlü devlet ve propaganda imkânlarından yararlanarak hedef tahtası haline getirmeleri sadece bu büyük cehaletten kaynaklanmaktadır. Zannediyorlar ki bu tip davranışlarla İslam'a hizmet etmiş oluyorlar, oysa tam tersi İslam'ın en büyük savunucusu olan tarihi bir kurumu sırtından bıçaklayarak kendi din ve inançlarına ihanet ediyorlar.Bu nedenle Müslüman Engizisyonu savcı ve hakimleri ülke iç ve dış güçler tarafından bölünme tehdidi altında tutuluyor ve henüz ilan edilmemiş bir iç savaşla boğuşuyorken cephedeki veya ön safdaki komutanların generaller başta olmak üzere tutuklatmak için her türlü gayreti gösteriyorlar.
Şimdi size Türk tarihin hemen hemen en kritik günlerinden, Anadolu ve Trakya'nın Hıristiyanlaştırılmasının arifesine gelindiği günlerden bahsetmek istiyorum. İnşallah dini savunduğu iddiasıyla ortaya çıkan bazıları bu gerçeklerden biraz ders alırlar.
10 Ağustos 1920 tarihinde Osmanlı ve İttifak devletleri arasında imzalanan Sevr Antlaşması ile Batılı Büyük güçlerin bütün arzuları karşılanmış görünüyorsa da, pratikte bu antlaşmanın uygulanması pek mümkün olamıyordu. Çünkü Anadolu'nun derinliklerinde Osmanlı Yöneticilerince asi kabul edilen, Osmanlı Sultanı ve yöneticileri tarafından idama mahkum edilen, Halifenin emri ve Şeyhülislamın fetvaları ile üzerine gerici kuvvetlerin orduları gönderilen, yurdun her tarafında çıkarılan isyanlarla yok edilmeye çalışılan, 39–40 yaşlarında görünen genç bir general, bu anlaşmayı tanımadığını ilan etmiş ve bu anlaşmayı imzalayan Osmanlı Yöneticilerini lanetlemişti.
Batılı büyük güçlerin yeterli bir askeri güce sahip olmadığı için pek ciddiye almak istemedikleri bu asi general; Ekim-Kasım aylarında bir çıkış yaparak, elindeki ayakta kalabilmiş tek kolordusu (K.Karabekir Paşanın 15–20.000 kişilik kuvveti) ile, Doğu Anadolu'daki sayıca 50.000'i aşan Ermeni Ordusunu ağır bir yenilgiye uğratmış ve Ermeni Devletinin doğmasına izin vermeden Hıristiyan Batı Dünyasının bütün hayallerini yok etmişti.
Sevr'in baş mimarı İngiltere Başbakanı Lloyd George ve arkadaşları Ankara'daki asiler ve başlarındaki M. Kemal Paşanın ağır bir derse ihtiyacı olduğunu düşünüyorlardı. Neyse ki ellerinde İstanbul'u kontrol edecek bir Deniz Gücü ve gerektiğinde Anadolu'da kolayca ilerleyecek kapasitede bir Yunan Ordusu vardı.
O günleri hatırlar ve genel durumu gözden geçirirken, Türk ve Dünya kamuoyunca pek az bilinen bir konuya temas etmeden geçemeyeceğiz. Batı dünyasının tam desteği altında hazırlanan Yunan Ordusu; Müttefik Güçlerden Anadolu'ya saldırmak için izin beklerken, Ankara'daki M. Kemal ve TBMM. Henüz yeterli bir ordu ve savunma gücünden mahrum bulunuyordu. Çünkü Mondros Mütarekesi hükümleri gereği mevcut asker sayısı 50.000'e indirilmişti. İç isyanlar ve İstanbul Hükümetinin emri ile çıkarılan Şeyhülislam imzalı fetvalar; Müslüman halkın dengesini bozmuştu.
Yeniden kurulmaya çalışılan Ordu önce asi çetelerle sonrada fırsattan istifade ederek ilerlemeye çalışan Yunan Ordusu ile İnönü Mevzilerinde çatışmış ve ilk defa hem asileri ve hem de Yunan Ordusunu durdurmayı başarmıştı. ( 6-10 Ocak 1921 ). Yunan Ordusu daha büyük kuvvetlerle yeni bir saldırıya geçmiş yine aynı mevzilerde durdurulmuştu.(23 Mart- 1 Nisan 1921)
Yunanlılar ve işgal güçleri Sevr ile elde ettikleri kazançlardan bir türlü vazgeçmek istemiyorlardı. Sağlanan büyük desteklerle Yunan Ordusu, Kralın ve bütün Yunan ulusun desteğini de alarak yeniden hazırlandı. Orduya moral desteği vermek için Yunan Kralı Konstantin ve Prensler önce İzmir'e geldiler ve sonra da cepheyi ziyaret ettiler. Yunan ordusu her türlü çağdaş gelişmelerden faydalanarak çok iyi hazırlanmıştı. O güne kadar Anadolu'da ve Trakya'da elde ettiği başarılar ve hemen hemen bütün Hıristiyan batı Dünyasının kendilerine verdiği destekle oldukça yüksek bir morale sahip bulunuyordu.
Yunanlılar hiç vakit kaybetmeden ve Türklerin daha fazla güçlenmesine izin vermeden 9 Temmuz 1921 günü, 100.000 kişiyi aşan dev bir Ordu ile saldırıyı başlattı. Yunan taarruzu süratle gelişti, on gün içinde sıra ile (12 Temmuzda) Afyon, (17 Temmuzda) Kütahya ve (19 Temmuzda da) Eskişehir ele geçirildi. Türk Ordusu ağır yenilgiler alırken şehirler peşpeşe Muzaffer Yunan Ordusunun eline geçiyordu. Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ve arkadaşlarının morali iyice bozulmuştu, bin bir zorlukla mücadele edilerek hazırlanan minik Ordu; imha olma tehlikesi ile karşı karşıyaydı ve Anadolu tamamen kaybedilmek üzere idi.
Aralarında İngiliz subaylarının da bulunduğu ( Her Yunan Tümeninde 1, Papulas'ın karargâhında 3–4 tane) Yunan Ordusu zafere doğru hızla koşmaktayken savaşla ilgili haberler Batı başkentlerinde büyük bir coşku ve sevinçle karşılanıyordu. Avrupa ve Batı dünyası «Konstantin'in yeni Haçlı Seferinden» ve onun başarılarından büyük bir mutluluk ve gurur duyuyordu. Fransız basını (le Temps,14 Juin 1921,s.1) «Konstantin'in yanında Paul,Andre ve Nikola adlı prensler, yeni Başbakan Gounaris ve Savaş Bakanı ile beraber 12 Haziran 1921 günü İzmir'e vardığını ve Haçlı Seferleri sırasında Aslan Yürekli Richard'ın karaya çıktığı yerde karargahını kurduğunu yazdı. Konstantin, Haçlı krallarından sonra Anadolu'ya ayak basan ilk Hıristiyan Kraldı.» (1)
Fransız basınında pek çok Fransız aydını adına, Akademi üyelerinden Denys Cochin Kütahya'nın işgalini şu sözlerle kutluyordu:
«Hiçbir düşünce beni, Yunanlıların Kütahya'daki güzel zaferini kutlamaktan alıkoyamaz.30.000 Türk esiri ve 60 top. Atina'da ve bütün krallıkta çanlar çalıyor. Konstantin galip. Neyi savunmaya gitti? Venizelos tarafından Yunanistan lehine imzalanan anlaşmayı. Şu halde zafer ikisinindir. Kütahya'da Waterloo'sunu kazanan Konstantin Türkleri Asya'da ve Avrupa'da da yenecek. II.Mehmet'e karşı rövanş ve Yunanlıların Bizans'a girmesi daha fazla boş bir rüya olarak kalamaz....Fransa:Atina'da,Kütahya zaferi için çalınan çanların seslerine kulak verecek ve galip Hıristiyanları alkışlayacaktır.» (2)
Harekâtı Yunan Ordusu saflarından izleyen bir Fransız gazeteci, Eskişehir için Yunanlıların 25.000 adam kaybettiğini, fakat bir Yunan generalin «Hangi bir kandan halı Ayasofya'ya değmez» dediğini nakletmektedir. Yunanlılar: «Biz artık Küçük Asya'da tek askeri gücüz ve kardeşlerimizi kurtarmak, çok eziyete uğrayan halklara medeniyetin yararlarını, medeni ve Hıristiyan her yönetimden ayrılmayan barışı ve adaleti sağlamak için orada kalmaya hakkımız var» diyorlardı. Yeni fedakârlıklarından dolayı Yunanistan Sevres'in Helenizm lehinde daha da karlı bir şekilde değiştirilmesini istemekteydi.(3)
9 Ağustos 1921 tarihli Daıly Telgraph:
«Türkler ne kadar çabuk yenilirse, Şark Meselesinin de o kadar çabuk tasfiye olacağı düşüncesinde olanlar, Yunan komutanlarına engel olmak istemiyorlar. Bundan evvel taraflar muharebelerde zafer kazanacaklarından emindiler. Bu nedenle aracılık tekliflerimiz tamamen karşılıksız kaldı. Bilhassa Ankara çok kibirli hareket etti. Yunanlılar başladıkları gibi devam ederler, Ankara Hükümeti de durumu lehine çeviremeyeceğini kabul ederse, o zaman arabuluculuk mümkün olabilecektir... Artık Sevr Antlaşması parçalanmıştır.» (4)
The Times'te yer alan bir yazıda, İngiliz Başbakanı Lloyd George'un Avam Kamarasında yaptığı konuşmaya yer veriliyordu. Başbakan kimseye silah verilmediğini söylüyordu ama ayni günlerde verdiği bir demecinde «Tarafsızlık politikasına son vermek gerektiğini, Sevr Antlaşmasının yırtıldığını, silah ticaretinin serbest olduğunu» savunacaktır. Avam Kamarasındaki konuşmasında da «Sevr'in yeniden incelenmesinin gündeme gelmesinin kaçınılmaz olacağına» işaret ederek «Yunanistan'ın samimi dostu sıfatıyla eminim ki Yunan devlet adamları, Bulgarların 1913'te düştükleri hataya düşmeyeceklerdir» diyordu.(5)
Büyük saldırının başlamasından önce, (4 Nisan 1921 tarihli) Morning Post gazetesi «Doğu Sorunu"nun, İzmir'in Venizelos'a verilmesiyle başlatıldığını anımsatarak, halen yönetimde bulunan Konstantin'in İstanbul'u Yunan İmparatorluğuna katmak gibi düş dolu bir adım atmak amacında olduğunun açığa çıktığını» belirtmekteydi.(6) Ayrıca Temmuz'un başında Batılılara küserek Güneybatı Anadoludan kendiliğinden çekilen İtalya'ya vaat edilen toprakların yunanlılar tarafından işgali için çalışmalar hızlandırılmış ve Yunan işgali İzmir'in Güneyine doğru geliştirilmişti.
Türkiye'deki Yunan, Ermeni ve Yahudi azınlıkların basınına gelince, devamlı savaş çığlıkları atıyor, Mustafa Kemal'in eski bir Jön Türk olduğu, Fransızlardan yüz bulduğu (7) belirtiliyor ve Yunanlıların Küçük Asya Ordusu Komutanı Anastas Papulos tarafından yazılmış emirleri yayınlıyorlardı. «Yunan ırkına mensup ve İzmir, Manisa, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, İzmit, Üsküdar, Denizli, Aydın Sancakları ahalisinden ve askeri işgal bölgesinde oturan 1891–94 doğumlu gençler silah altına çağırılıyor, bunların Alaşehir, Bursa, İzmir, Ödemiş kasabalarında bulunan depo alaylarına başvurmak zorunda oldukları» bildiriliyordu.(8) Böylece Yunanistan Anadolu'yu işgal için ihtiyacı olan askeri yine Anadolu'dan toplama imkânına sahip oluyordu.
Bütün bu ifadeler bize bazı konuların ön plana çıktığını gösteriyor. Öncelikle Sevr artık değiştirilecekti. Yunanlıların kazandığı büyük zafer: İstanbul ve İtalyanların çekildiği Ege ve Akdeniz sahillerini Yunanistan'a, Adana, Antep, Sivas gibi illerin de Sevr'deki altı ile ilave olarak Ermenistan'a verilebilmesinin kapısını açıyordu. Ünlü Helen rüyası « Megali İdea» gerçekleşmek üzere idi. Yine bir Yunan inanışına göre: bir Konstantin tarafından kurulan-geliştirilen, ikinci bir Konstantin tarafından kaybedilen İstanbul, yine bir Kostantin tarafından teslim alınacaktı. Bunu çok iyi bilen Yunan askerlerinin dillerinden düşmeyen slogan «Ankara'ya-Ayasofya'ya» idi.
Türk tarafına gelince; Ordu Eskişehir'in doğusunda tutunmaya çalışırken Ankara iyice karışmaya başlamıştı. Meclis sorumlulardan hesap sorma peşindeydi. Pek çok milletvekili Londra da biraz daha toleranslı davranılmadığından pişmanlık duyuyordu. Artık İstanbul'a dönülmeli, büyük devletler ne verirlerse onunla yetinilmeli idi. Asker kaçakları da olabildiğince artmıştı ve elde sadece 15–20.000 kişilik bir kuvvet kalmıştı. İstanbul'daki Hükümet temsilcileri ve basın organları, Yunan Ordusunu hiçbir gücün durduramayacağından ve 10–15 gün içinde Ankara'ya ulaşacağından emin bir şekilde demeçler veriyor, yazılar yazıyor, Ankara Hükümetini asiler topluluğu, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını yunan ordusunun da yardımı ile cezalandırılması gereken kişiler olarak belirtiyorlardı. Yunan Ordusu Eskişehir'in Doğusuna doğru zafer çığlıkları atarak ilerlerken, 1683 yılında maksimum seviyeden düşmeğe başlayan Türk Ulusunun kaderi; çaresiz bir şekilde, sıfır çizgisine doğru hızla kayıyordu. Bu sıcak Temmuz ayında Anadolu'nun hiçbir ümidi kalmamış Türk ve Müslüman Halkı, dünyada yapayalnız, büyük acılar, yoksulluk ve sefalet içinde yanıyor ve Tanrıdan bir mucize bekliyorlardı. Bütün bu gelişmelerden sonra Trakya'nın tamamen, Anadolu'nun da çok büyük bölümünün Hıristiyanlaştırılması artık hiçbir şekilde engellenemezdi.
Dr. M. Galip BAYSAN
DİPNOTLARI :
(1) Yahya Akyüz: Türk kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu (1919–1922),S.266–267 (TTK-Ankara)
(2) Aynı Eser S.271
(3) Aynı Eser S.270
(4) İzzet Öztoprak: Türk ve Batı Kamuoyunda Milli Mücadele, S.205–206 (TTK Ankara–1989 )
(5) Aynı Eser S.206–207
(6) Aynı Eser S.171
(7) Zeki Arıkan: Mütareke ve İşgal Dönemi İzmir Basını (30 Ekim 1918–8 Eylül 1922) S.109, (AKM -1989)
(8) Aynı Eser S.108
0 yorum:
Yorum Gönder