4 Aralık 2010 Cumartesi

Uyanış, Hoşgörü, Üniversite?


Sabahattin Eyuboğlu; Montaigne ile Rabelais’yi Türkçeleştirmiş kişidir. Yaptığı işin bir rastlantı olduğunu sanmıyorum, çünkü Eyuboğlu, Batı’nın “Uyanış” dönemine damgasını vurmuş bu iki yazar gibi özgür düşünceden yanaydı; her çeşit bağnazlığa, katılığa, hoşgörüsüzlüğe karşıydı.

Öncelikle Montaigne, evrene ve insana eleştirisel bir gözle yaklaşımın ustası sayılır. Katıksız bir denemecidir Montaigne; ne bilim adamıdır, ne felsefe ustası, ne de sanatçı... Yüzyılların öncesinden bize seslenen bu yazar, gerçeği arayışta insanın özgürlüğe yönelişini vurgular. Türkiye’de Cumhuriyet devrimiyle başlayan uyanış çağının etkin yazarlarından biri de Sabahattin Eyuboğlu’dur.

Bu bakımdan Eyuboğlu’nun Montaigne’i dilimize çevirmiş olması rastlantı değildir, diyorum.

*

İnsanlığın 20. yüzyıla değin nice acılar pahasına sağladığı birikimler vardır. Aristo’nun adını kuşkusuz okula giden gitmeyen herkes duymuştur. Çoğumuz ünlü bir bilge sayarız Aristo’yu; ama Bertrand Russell diyor ki:

“- Aristoteles, insanlığın başındaki püsküllü belalardan biridir.”

Russell’in öfkesi nereden kaynaklanıyor? Çünkü Aristocu bağnazlar bilimin gelişmesini sürekli biçimde engellemişlerdir. Darwin, türlerin sürekli değişimiyle dünyadaki canlıların bugünkü doğasının oluştuğunu kanıtladığı zaman bile karşısına Aristocu bağnazlar dikilmişlerdir. Bilimsel gerçekle yanlış inançlar arasındaki kavgada Aristo mantığı bağnazların keskin kılıcıydı. En sonunda bilim, üstünlüğünü kanıtladı; ama çok can yandı. Batı’daki üniversiteler, üniversite oluncaya değin, nice değerli zaman yitirildi, yüzyıllar boşuna akıp gitti.

*

Sabahattin Eyuboğlu İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde profesördü. Ancak üniversite çevresinin dışına taşan ve yurt kapsamında yaygınlaşan etkinliği; fikir özgürlüğünün, bilimsel araştırmanın, eleştiri ve özeleştirinin değerini tanıtma yolundadır. Bilimle halk arasındaki duvarların yıkılmasını amaçlayan bir dünya görüşünü savunurdu. İki kez komünistlik suçlamasıyla yargılandı. Birincisi 1960’lardaydı. Eyuboğlu ünlü Fransız yazarı Babeuf’ten çeviriler yaptığı için yargıç karşısına çıkarıldı. İkinci kez 1971’de, gizli komünist partisi kurmak savıyla tutuklandı.

Oysa Sabahattin Eyuboğlu, Batı’daki Uyanış Çağı’nın Türkiye’ye dönük simgesi gibiydi. Yargılamaların sonunda aklandı; ama, duruşmalar Eyuboğlu’nun değil, bizdeki toplum düzeninin yargılanması anlamını taşıyordu; Babeuf’ü, Montaigne’i, Rabelais’yi sanık sandalyesine oturtmuştuk.

*

Fikir özgürlüğü, bilimsel özgürlük, eleştiri, özeleştiri olmadan bir toplum çağdaşlaşamaz, bir devlet yücelemez. Bütün bunların odak noktası üniversitedir.

Uygarlık dünyasında üniversitelerin oluşması uzun bir tarihçeyi vurgular. Biz acaba Batı’da yaşananları yeniden yaşamak, bilim kurumlarını yaratmak için uzun ve çetin yolları aşındırmak zorunda mıyız? Salt paraya tapanların ya da kâr güdülerinin egemen olduğu bir dünya görüşüyle bunalımı aşabilir miyiz?

*

Türkiye’de çağdaş bilim üreten üniversiteler kurulmadan bunalımın dar boğazını aşmaya olanak yoktur. Batı’da üniversitelerin oluşması “Uyanış Çağı” ile başlıyor. Sanayileşme daha sonradır. Biz atları arabanın arkasına koyarak ilerleyemeyiz.

YÖK ile çağdaşlaşma olası mı?..

0 yorum:

Yorum Gönder