A
raştırmacı-yazar Mustafa Yıldırım ile İran İslam devrimi üzerine söyleşiyorduk. Şah’ın yıkılmasına az kala, İran’daki genel beklentinin “çok partili, düşünce özgürlüğünün sınırlanmadığı” bir düzen olduğunu vurguladı. Yani, şimdi bizim dinlediğimiz “ileri demokrasi” masalı gibi bir şey.
Mustafa Yıldırım, “İran’da önce gösteriler başladı” diyerek sürdürdü sözlerini:
“Ordu ‘Çatışma büyümesin’ diyerek tarafsızlığını ilan etti. Geçici hükümet kuruldu. Sağda solda dine aykırı denilerek insanlar dövülüyor; vitrinler kırılıyor, içki satan yerlere saldırılıyordu. Koalisyonun demokratları-liberalleri münferittir, diye idare ettiler. Birdenbire dini-ruhani liderin fetvaları ortaya çıktı: Referanduma gidilecekti. ‘Eski diktayı mı yoksa demokratik cumhuriyeti mi istersiniz’ diye sormak yerine ‘Dikta mı, yoksa İslam Cumhuriyeti mi?’ diye sordular. Halk ezici çoğunlukla diktaya karşı geldi, ama seçenek de tekti. Ruhani liderli iktidar, birbiri üstüne karalar alıyordu. Derhal yeni bir silahlı kuvvet oluşturdular; polislerle birleştiler. Subaylar ortalık yerde tartaklanıp tutuklanmaya başladı. İktidarın yayın organları, işgale karşı savaşan subayları her gün aşağılıyorlardı. Koalisyonun demokrat-liberal ortakları, hatta bazı yüksek dini liderler yeni diktaya karşı çıkmaya başladılar. Darbe yapılacak gerekçesiyle yüzlerce subay hapse tıkıldı. Öğrenciler özgürlük istiyorlardı; onları döverek, öldürerek sindirdiler. Üniversite yönetimine el konuldu; eğitim ilkeleri baştan aşağı değiştirildi. Yeni silahlı koruma-polis gücü askeri üsleri basarak subayları tutukladı. Demokrasi-özgürlük istekleri yükselince üniversiteler ve muhalefet eden yayın organlarının tümü kapatıldı. Yeni silahlı gücün ve birçok kurumun yönetimi doğrudan dini-ruhani lidere bağlandı. Eski dönemin adalet kurumlarına, mahkeme yapılanmasına dokunmadılar; ama hâkimleri, savcıları işten atarak yerlerine kendi adamlarını yerleştirdiler. Yüksek mahkemenin yönetimine, başsavcılığa kendi adamlarını oturttular.
Gerekli gördüklerinde hemencecik yeni baskı yasaları çıkardılar. Yazarlar, şairler, gazeteciler hapse tıkıldılar, özgürlük isteyenleri üç kişiden oluşan mahkemelerin emriyle, bazen de yalnızca başsavcının emriyle öldürüldüler. Kim özgürlük isterse din düşmanı olmakla suçlanıp içeri tıkıldı, yaşları 14-15 olan sayısız genç hapishanelerde işkenceye çekildi, habersiz kurşuna dizildi. Ne ulusal ordu, ne de binlerce yılın kültürü kaldı! İşin başında demokrasi-özgürlük isteyerek işe ortak olanlar da anladılar ki eski diktatörlük bile bu kara-baskıcılar döneminden evladır! Ne var ki artık çok geçti. Seçimle gelenler, seçimle gitmeyeceklerdi, çünkü yolsuzlukların, cinayetlerin hesabını vermek istemiyorlardı.”
Mustafa Yıldırım sözlerini bitirince, “Bu anlattıklarınız” dedik, “Bugün yaşadıklarımıza ne kadar çok benziyor…”
Yüzümüze baktı, acı acı güldü.
Özerklik Kararı
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, arkadaşımız Kıvanç El’e, Van’da yaptıkları toplantıda, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı “Türkiye’nin koyduğu çekince maddeleri”ni de kaldırarak benimseme kararı verdiklerini açıklamış bulunuyor.
Bu karar, üniter devleti kurmuş ve bugüne değin savunmuş olan CHP’nin “özerk bölgelere”, dolayısıyla bir tür “federasyona” giden yolu onaylaması anlamına geliyor. Yani, CHP yalnız kendisini değil, Türkiye’deki idari ve siyasi yapıdaki değişikliği bağlayacak önemli bir karar vermiş bulunuyor…
Peki, bu karar CHP’nin yetkili organları olan Parti Meclisi ve Merkez Yürütme Kurulu’nda görüşülmüş mü?
Soruşturduk. Hayır, görüşülmemiş…
CHP’de, bu tür bir kararın birkaç kişinin onayıyla kabul ediliyor olması çok dikkat çekici…
Kılıçdaroğlu Okusun Diye
CHP heyeti yurtdışına gidecektir. CHP liderinin danışmanlarından birisi, partiye yardımda gönüllü bir işadamını arar ve CHP heyetinin masraflarını karşılayıp karşılayamayacağını sorar. İşadamı olumlu yanıt verince, CHP’nin danışmanı masrafların ne kadar tutacağını ve o masraflar karşılığı ödenecek paranın hangi banka hesabına yatırılacağını işadamına bildirir.
Ancak görüşmeden sonra işadamının içine kurt düşer. CHP’deki yetkilileri arayarak durumun ayrıntısını öğrenmek ister. Gerçek başkadır: CHP heyetinin gidilecek ülkedeki harcamalarına ilişkin programı zaten hazırdır ve kendisinin yapacağı katkıya gerek yoktur.
O işadamının deyim yerindeyse dolandırılmasını önleyen kurda gelince… Kendisini arayan CHP’li danışman, CHP heyetinin masrafları için öngördüğü parayı kardeşinin hesabına yatırılmasını istemiştir.
Çoğunluk Memnun
Telefonu sattılar, TEKEL’i sattılar. Seydişehir Alüminyum’u, Kütahya Şeker’i, SEKA’yı da…
Kamu adına gelir getiren ne varsa elde avuçta kalmadı.
Öncelikle kendileri ve yandaşları için sayısı bile unutulan af yasaları çıkardılar. Vergi kaçıran kaçırana…
Sonra? Yüklen benzine, yüklen benzine.
4 lirayı aşan benzin fiyatının yarısından çoğu vergi (kurşunsuz benzinin pompa fiyatının yüzde 63’ü, motorin fiyatının yüzde 54’ü), kesinti, şu, bu…
Çoğunluk, benzin fiyatının yüksekliğinden yakınıyormuş.
Aynı çoğunluk, biliyorsunuz ağızlarda “milli irade” sakızıdır.
Kendisini çiğneten, çiğneyenden memnun demek ki.
Mustafa Yıldırım, “İran’da önce gösteriler başladı” diyerek sürdürdü sözlerini:
“Ordu ‘Çatışma büyümesin’ diyerek tarafsızlığını ilan etti. Geçici hükümet kuruldu. Sağda solda dine aykırı denilerek insanlar dövülüyor; vitrinler kırılıyor, içki satan yerlere saldırılıyordu. Koalisyonun demokratları-liberalleri münferittir, diye idare ettiler. Birdenbire dini-ruhani liderin fetvaları ortaya çıktı: Referanduma gidilecekti. ‘Eski diktayı mı yoksa demokratik cumhuriyeti mi istersiniz’ diye sormak yerine ‘Dikta mı, yoksa İslam Cumhuriyeti mi?’ diye sordular. Halk ezici çoğunlukla diktaya karşı geldi, ama seçenek de tekti. Ruhani liderli iktidar, birbiri üstüne karalar alıyordu. Derhal yeni bir silahlı kuvvet oluşturdular; polislerle birleştiler. Subaylar ortalık yerde tartaklanıp tutuklanmaya başladı. İktidarın yayın organları, işgale karşı savaşan subayları her gün aşağılıyorlardı. Koalisyonun demokrat-liberal ortakları, hatta bazı yüksek dini liderler yeni diktaya karşı çıkmaya başladılar. Darbe yapılacak gerekçesiyle yüzlerce subay hapse tıkıldı. Öğrenciler özgürlük istiyorlardı; onları döverek, öldürerek sindirdiler. Üniversite yönetimine el konuldu; eğitim ilkeleri baştan aşağı değiştirildi. Yeni silahlı koruma-polis gücü askeri üsleri basarak subayları tutukladı. Demokrasi-özgürlük istekleri yükselince üniversiteler ve muhalefet eden yayın organlarının tümü kapatıldı. Yeni silahlı gücün ve birçok kurumun yönetimi doğrudan dini-ruhani lidere bağlandı. Eski dönemin adalet kurumlarına, mahkeme yapılanmasına dokunmadılar; ama hâkimleri, savcıları işten atarak yerlerine kendi adamlarını yerleştirdiler. Yüksek mahkemenin yönetimine, başsavcılığa kendi adamlarını oturttular.
Gerekli gördüklerinde hemencecik yeni baskı yasaları çıkardılar. Yazarlar, şairler, gazeteciler hapse tıkıldılar, özgürlük isteyenleri üç kişiden oluşan mahkemelerin emriyle, bazen de yalnızca başsavcının emriyle öldürüldüler. Kim özgürlük isterse din düşmanı olmakla suçlanıp içeri tıkıldı, yaşları 14-15 olan sayısız genç hapishanelerde işkenceye çekildi, habersiz kurşuna dizildi. Ne ulusal ordu, ne de binlerce yılın kültürü kaldı! İşin başında demokrasi-özgürlük isteyerek işe ortak olanlar da anladılar ki eski diktatörlük bile bu kara-baskıcılar döneminden evladır! Ne var ki artık çok geçti. Seçimle gelenler, seçimle gitmeyeceklerdi, çünkü yolsuzlukların, cinayetlerin hesabını vermek istemiyorlardı.”
Mustafa Yıldırım sözlerini bitirince, “Bu anlattıklarınız” dedik, “Bugün yaşadıklarımıza ne kadar çok benziyor…”
Yüzümüze baktı, acı acı güldü.
Özerklik Kararı
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, arkadaşımız Kıvanç El’e, Van’da yaptıkları toplantıda, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı “Türkiye’nin koyduğu çekince maddeleri”ni de kaldırarak benimseme kararı verdiklerini açıklamış bulunuyor.
Bu karar, üniter devleti kurmuş ve bugüne değin savunmuş olan CHP’nin “özerk bölgelere”, dolayısıyla bir tür “federasyona” giden yolu onaylaması anlamına geliyor. Yani, CHP yalnız kendisini değil, Türkiye’deki idari ve siyasi yapıdaki değişikliği bağlayacak önemli bir karar vermiş bulunuyor…
Peki, bu karar CHP’nin yetkili organları olan Parti Meclisi ve Merkez Yürütme Kurulu’nda görüşülmüş mü?
Soruşturduk. Hayır, görüşülmemiş…
CHP’de, bu tür bir kararın birkaç kişinin onayıyla kabul ediliyor olması çok dikkat çekici…
Kılıçdaroğlu Okusun Diye
CHP heyeti yurtdışına gidecektir. CHP liderinin danışmanlarından birisi, partiye yardımda gönüllü bir işadamını arar ve CHP heyetinin masraflarını karşılayıp karşılayamayacağını sorar. İşadamı olumlu yanıt verince, CHP’nin danışmanı masrafların ne kadar tutacağını ve o masraflar karşılığı ödenecek paranın hangi banka hesabına yatırılacağını işadamına bildirir.
Ancak görüşmeden sonra işadamının içine kurt düşer. CHP’deki yetkilileri arayarak durumun ayrıntısını öğrenmek ister. Gerçek başkadır: CHP heyetinin gidilecek ülkedeki harcamalarına ilişkin programı zaten hazırdır ve kendisinin yapacağı katkıya gerek yoktur.
O işadamının deyim yerindeyse dolandırılmasını önleyen kurda gelince… Kendisini arayan CHP’li danışman, CHP heyetinin masrafları için öngördüğü parayı kardeşinin hesabına yatırılmasını istemiştir.
Çoğunluk Memnun
Telefonu sattılar, TEKEL’i sattılar. Seydişehir Alüminyum’u, Kütahya Şeker’i, SEKA’yı da…
Kamu adına gelir getiren ne varsa elde avuçta kalmadı.
Öncelikle kendileri ve yandaşları için sayısı bile unutulan af yasaları çıkardılar. Vergi kaçıran kaçırana…
Sonra? Yüklen benzine, yüklen benzine.
4 lirayı aşan benzin fiyatının yarısından çoğu vergi (kurşunsuz benzinin pompa fiyatının yüzde 63’ü, motorin fiyatının yüzde 54’ü), kesinti, şu, bu…
Çoğunluk, benzin fiyatının yüksekliğinden yakınıyormuş.
Aynı çoğunluk, biliyorsunuz ağızlarda “milli irade” sakızıdır.
Kendisini çiğneten, çiğneyenden memnun demek ki.
Işık Kansu
0 yorum:
Yorum Gönder