24 Şubat 2011 Perşembe

H-Arap Dünyası ve Biz… -Mustafa BALBAY

 H-Arap Dünyası ve Biz…

M
ısır’da yaşananların ardından bir dizi çengelli soru ortaya çıktı:
- Mısır ordusu, demokrasinin rayına oturması için nasıl bir yol haritası belirleyecek?
- “Nil devrimi” Arap dünyasında başka hangi ülkeleri etkileyecek?
- Batı, diktatörlerin devrilmesini istiyor ama hiçbir ülkenin de İran’a benzemesini istemiyor. Bu denge nasıl kurulacak?
Bu sorulardan öne çıkan; öteki Arap ülkelerinde yaşananlar.
Libya’da yıllar sonra ilk kez insanlar sokağa döküldü. Yoksulluktan yakındı.
Yemen’de zaman zaman yükselip alçalan eylemler yönetimi zorluyor.
Yönetimleri Sünni, halkının ağırlığı Şii Basra Körfezi devletleri diken üstünde.
Ürdün yönetimi, halkın istemlerini iş meydana dökülmeden sezip önlemler alma peşinde.
Suriye’de 2000 yılında yönetime gelen oğul Esad’ın “hemen” dediği reformların ne zaman başlayacağı merak ediliyor.
***
Arap ülkelerinden birinde yaşanan, hemen akla baştaki soruyu getiriyor:
Acaba başka hangi ülkeyi etkiler?
Bu soruya pek çok yanıt verilebilir. Biri de şu olsa gerek:
Bugünkü Arap ülkelerinin pek çoğu Birinci Dünya Savaşı’yla İkinci Dünya Savaşı’nın ürünü. Bir başka deyimle; iki paylaşım savaşının ardından sınırları büyük ölçüde cetvelle çizilen, yönetim şekline ülke insanlarından çok uluslararası konferansların karar verdiği ülkeler.
Zaman zaman yapılan; Türkiye o ülkelere benzer mi ya da o ülkeler Türkiye’ye benzer mi sorusunun yanıtı burada yatıyor.
Bu ülkelerin hemen tümü; tarihin eteğimizden çektiği coğrafyada.
“Giden gelmiyor, acep nedendir” diye türküler yaktığımız Yemen’de halen 500 bin kadar “Türk kökenli” diye anılanlar var.
Kim onlar?
İşte o giden gelmiyor dediklerimizden, ölmeyen ama geriye de dönemeyen askerlerimizden orada kalıp yuva kuranlar. Eski cumhurbaşkanlarından Cevdet Sunay’ın akrabalarının bir kolu hâlâ Yemen’in başkenti Sana’a’da yaşıyor.
Osmanlı döneminde, imparatorluğun bir kazası olan Katar’la bir nahiyesi olan Bahreyn arasındaki küçük adalarda mülkiyet sorunu çıktığında hâlâ Osmanlı arşivlerine bakılıyor.
Mısır’da Kahire’nin başlıca merkezlerinden Han Halil’deki kahvelerde naneli çay içerken Türkiye’den geldiğinizi söylerseniz hemen şu tür karşılıklar alırsınız:
“Benim babaannem Bursa’dan gelmiş…”
“Biz Adana kökenliyiz…”
“Baba tarafımız İstanbul’dandır…”
***
Böylesine bir coğrafya yeniden biçimlenirken elbette Türkiye de öyle ya da böyle tartışma potasına girer. Yakın geçmişte sıklıkla bu yaşandı. Ancak hiçbir zaman bugünkü gibi olmamıştı.
Türkiye’nin başta Mısır olmak üzere Arap ülkelerine model olabileceği gündeme gelince şu soru ortaya atılıyor:
- Hangi Türkiye?
Kuruluş kökenlerinin erozyona uğradığı Türkiye mi, hükümetin muhatap ülkeye göre kendini biçimlendirdiği Türkiye mi?
Sosyolojik bir kavramdır:
Bir ülkedeki devleti kuran güç tıpkı insan geni gibi sürekli varlığını ve etkinliğini hissettirir.
Türkiye, Kurtuluş Savaşı’nın ardından topyekûn bir kuruluş savaşı verdi. Arap ülkelerinin büyük çoğunluğu ise uluslararası anlaşmalardan doğdu.
Bu temel bir ayrımdır.
Bütün dileğimiz, ortak tarihleri paylaştığımız Arap ülkelerinin iç dinamiklerini sağlam dengelere oturtup sağlıklı bir demokrasiye kavuşması…
Bizim mücadelemiz, yaşamakta olduğumuz sorunları, genlerimizin de refleksiyle aşmak.
Aşacağız…

Mustafa BALBAY

0 yorum:

Yorum Gönder