ARAP dünyasında yaşananlarla birlikte, başta Fransa olmak üzere Batılı ülkelerin medyasında “Türk modeli” sözü yine duyulmaya başladı. Ortadoğu’ya tavsiye edilecek örnek olarak bu konuşuluyor.
Yani, az çok demokratik, Batı’yla az çok uyumlu, başka inançlara az çok hoşgörülü, küresel ekonomik düzeni az çok benimsemiş, o düzenin enerji iletişim yollarını az çok güvence altına alan bir örneğe özenmesi istenmekte Ortadoğu toplumlarının. Kısacası, üç aşağı beş yukarı, bugünün AKP’since yönetilen bir Türkiye’nin örnek alınması.
Türkiye Cumhuriyeti’nin hangi aşamalardan geçerek bugünlere geldiğini pek düşünmeden.
Daha doğrusu, geçmişin büyük sömürgecileri, bugünkü cumhuriyetin başlangıcında kendilerinin Anadolu için yaptıkları paylaşma planına, Sevr müsveddesine karşı çıkma azminin yattığını unutmaktalar. Milli Mücadele’nin “kongreler” dönemini, Mustafa Kemal’in bir “Millet Meclisi” ordusuyla zafer kazandığını, Lozan’ın temelinde insanlık âlemine eşit haklara sahip bir üye olarak girme iddiasının yattığını, çağdaş bir “ulus” yaratmaya yönelik Kemalist devrimciliğin Fransız Jakobenliğinden kaynaklandığını düşünmeden Türk modelinden söz edilebilir mi?
Bu cumhuriyetin tarihine içten bakanlar gibi dıştan bakanlar da Kemalizmi sıradan bir diktatörlük sayıp eleştirme kolaylığına kaçtıktan sonra Türk modelini tavsiye ederken bundaki bedellerin de ne olduğunu bilmelidirler.
Ankara Hükümeti’yle ilk barış antlaşmasını imzalayan Fransa, Kemalist laikliğin devrimleri kolaylaştırıcı yanını göz önünde tutmadan Türk modelinden söz edilemeyeceğini en iyi bilmesi gereken bir ülkedir. Bu modellikten en çok orada söz ediliyor olmasının gerisinde böyle bir bilinç yatıyor olabilir belki de.
Peki, kendilerine böyle bir model tavsiye eden ülkelerde aynı bilinç var mı? Görünürde yok. Zaten, dikkat ederseniz, Tunus ve Kahire olaylarından telaşa kapılan ABD ve AB yönetimleri de bir “Atatürk modeli”nden asla söz etmiyorlar.
Kendi açılarından, kendi hesapları ve çıkarları için haklı da olabilirler. Şaşırtıcı olan, Türkiye’deki “liberal aydın” takımının her zamanki huylarını sürdürmesidir. Arap dünyasında olanların ya da olamayanların özde doğru dürüst bir “ulus” kavramı oluşturamayıştan ileri geldiğini göremiyor ve Burgiba, Nâsır, hatta Saddam girişimlerindeki yanlışların da en çok bu açıdan kurcalanması gerektiğini düşünemiyorlar.
Cumhuriyete ters düşüşleri de bundan galiba.
0 yorum:
Yorum Gönder