30 Ağustos 2011 Salı

BÜYÜK ZAFER’İN (Anadolu Zaferi) ANLAM VE ÖNEMİ

Osmanlı İmparatorluğunun anavatanı olan toprak bütünlüğüne sahip bir Türkiye’nin ; jeo-stratejik konumu nedeniyle Emperyalist İngiltere’nin sömürge yolları üzerinde bulunması , bölgenin kontrolü bakımından çeşitli güçlükler yarattığı için , parçalanarak ortadan kaldırılması ve coğrafya haritasından silinmesi , onun yerine , kendisine bağlı bir Yunanistan’ın geçirilmesi amacıyla , Yunan Ordusu , “Büyük Yunanistan” Kurma Hayali ile , Ortadoğu’daki İngiliz Menfaatlerinin Bekçiliğine tayin edilmişti.
Yunanlılar ; İngilizler tarafından , “Hristiyan Uygarlığının Temsilcisi “ve kendi menfaatleri açısından , Doğu Akdeniz Havzasında “Geleceğin Ulusu “olarak görülüyordu.
Bu amaçlarla , Emperyalist İşgalci Büyük Batılı Devletlerin ( Özellikle İngiltere’nin ) desteği ile Anadolu’ya çıkartılan ve işgallere başlamış olan Yunan Ordusuna karşı , 23 Ağustos – 13 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Meydan Muharebesi’nin , çok büyük ve kanlı bir mücadele ile kazanılmasının ardından , iç ve dış siyaset açısından olumlu sonuçlar elde edilmesine karşın , henüz her şey bitmiş ve Misak-ı Milli ile hedeflenen sınırlara ulaşılmış değildi . Yurdumuz ; İşgalci Batılı Emperyalist Orduların kirli çizmelerinin altında , baskı ve zulümlere maruz bir şekilde , insanlık onuru ile asla bağdaşmayan tutum ve davranışlarla çiğnenmeye devam ediliyordu.
“1922 yılında , (….) bilindiği gibi , o tarihte İstanbul ; İngiliz-Fransız-İtalyan İşgali altında bulunuyordu. Padişah Vahdettin ve onun kukla hükümeti , Anadolu’da , Yunanlılara karşı ölüm-kalım savaşı veren Mustafa Kemal Paşa’nın komutasındaki ulusal güçleri arkadan hançerleyip çökertmek için , her çareye başvuruyorlardı. Türk Ordularının Büyük Taarruzu henüz başlamamıştı.
İstanbul’da güvenliği sağlamakla görevli Türk Polisleri ; Yabancı Subayları , sokakta selamlamak zorunda idiler.

Yerli Rumların şımarıklık ve azgınlıkları ise , dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı.” (1)
“ (…) İşgal altındaki bir İstanbul’da , sarhoş işgal kumandanlarının ; Osmanlı Nazırlarını , kendi karargahlarına ve uşak çağırır gibi çağırıp ayakta haşladıktan sonra , kendi yaverlerine bile veremeyecekleri emirleri dikte ettikleri bir İstanbul ‘da (….) Sultan Vahideddin’in , ancak istilacı düşmanın insaf ve atıfetine dayanan gölge saltanatında , kabine neydi ki ? nazır neydi ki ? ”(2)
Kazandığımız Sakarya Zaferi ile ; Emperyalizm’in maşası Yunan Ordusunun , Ankara’yı da almak üzere Anadolu İçlerine saldırı ve ileri harekat yapma gücü tahrip edilmiş , durdurularak , geldiği yöne doğru sürülmüştü. Ancak , düşman ; henüz topraklarımızdan tümüyle sökülüp atılmamıştı.
İşte , topraklarımızdan bu söküp atma ; düşman üzerine büyük bir taarruzun yapılmasını ; böyle büyük bir taarruzun yapılması ise ordumuzun yiyecek , giyecek , araç-gereç , teçhizat , cephane , malzeme , silah vb tüm maddi ve manevi imkanlarla güçlendirilmesi için büyük hazırlıklar yapılmasını , tüm bunların gerçekleştirilmesi ise , belirli bir zamanı gerektiriyordu.
Ulusal Davamızın herhangi bir zarar görmemesi için , bunları ; çevresindeki insanlara açıklayabilmesi ve anlatabilmesi oldukça zor olan Mustafa Kemal Paşa’ya yöneltilen çok haksız suçlamalar , onu , Türkiye Büyük Millet Meclisini oyalamakla ifade edilmeye kadar vardırılıyordu.
Sakarya Zaferi’nden sonra , “Ordu neden taarruz etmiyor ?”, “Düşmanın peşini neden bıraktık?”, “Neden onları izlemedik ?” diyenlerin yanı sıra , “Ordumuzun taarruz gücü yok.”, “Taarruz , bir deliliktir , boşu boşuna kan dökmektir.”, “ Zafer ihtimali çok düşüktür.” diyenler de vardı.
Yunan Ordusunu yurdumuzdan kovmak için , ne zaman saldırıya geçileceğini soranlar ve bu saldırı için kendisini sıkıştırmaya çalışanlar karşısında , ”Mustafa Kemal Paşa ve yakın arkadaşları ; Ordunun , Sakarya Savaşı ile yitirdiği pek çok malzemenin , tamamlanmadan ve onu , saldırı gücü durumuna getirmeden girişilecek bir hücumun , başarısız kalabileceği olasılığını düşünüyorlardı. Bu nedenle , dikkatle ve hızla çalışmak ve düşmanda , hiç bir kuşku uyandırmamak gerekiyordu. Böylece, Mustafa Kemal Paşa ,T.B.M.M.’nde , ne zaman ve nasıl taarruz edileceğini , kesinlikle belirtmiyordu.”(3)

“Sakarya’daki ağır yenilgi ve kayıpların açıklanması , çok kötü etki yaptı. Yunan Askeri, Anadolu’da boşu boşuna savaştığını düşünmeye başladı. Ordu ; Kralcı ve Venizelos’çu çatışması içinde eğitim ve disiplinini yitirmişti. Siyasi ve askeri çöküntünün yanı sıra , ekonomik bunalım da üst düzeye çıkmış ve dış yardım kapıları kapanmıştı. Yabancı devlet adamları ve askeri gözlemcilerin , Yunanlıların Anadolu’yu terk etmeleri yolunda uyarılarına da aldırmıyorlardı. Büyük Yunanistan‘ı gerçekleştirmek için ellerine geçirdikleri tarihi fırsatı kaçırmak istemiyorlardı. Ordularının yeterli kuvvette oldukları kanısındaydılar.
Türk Ordusu ; bütün güçlüklere rağmen , malzeme ve silah bakımından Yunan Ordusu’na yakın duruma gelebildi. Başkomutan , daha Ocak 1922′den itibaren taarruz planlarını hazırlamıştı, Sık sık cepheye giderek , hazırlıkları yakından izledi.
”(4)
İşte tam bu günlerde ; kan dökülmesini istemeyen “Mustafa Kemal ; her işin , ancak , son bir taarruzla halledilebileceğini bilmekle beraber , bundan başka çare olmadığına herkesi inandırmak için Dış Bakanını ve bir arkadaşını Avrupa’ya yolladı. Bunlar , büyük merkezlerde temaslar yaptılar ve elleri boş döndüler.” (5)
Avrupa’ya gönderilenlerden (Paris’e giden) Dış Bakanı (Hariciye Vekili) Yusuf Kemal (Tengirşenk) ; Avrupa’ya giderken , İstanbul’da , Osmanlı Hükümeti Üyeleri ve Sultan-Halife Vahdettin ile de görüşecekti, ( doğrudan ,Paris ve Londra’ya giden ) arkadaşı ise , Dahiliye Vekili ( İçişleri Bakanı ) Ali Fethi ( Okyar ) idi , oralarda , siyasi (diplomatik) temaslar yapacaktı
Yusuf Kemal Bey ; 4 Şubat 1922 günü Ankara’dan hareket etmişti. tam bağımsız ve toprak bütünlüğüne sahip , diğer bir deyişle ; Misak-ı Milli ile hedeflenen bir Türkiye kurmak amacı taşıyan ulusal davamızı ve TBMM Hükümetinin tutumunu anlatmak ve aynı zamanda , Yunan Ordusuna karşı gerçekleştirilecek olan büyük bir taarruz halinde , emperyalist işgalci Batılı büyük devletlerin nabzını tutmak ve takınabilecekleri tavırları anlamak üzere gidiyordu.
Önce İstanbul’a gelerek , orada , bu devletlerin Yüksek Komiserleri ile görüştü. Mustafa Kemal’den aldığı talimatlar çerçevesinde , onların , kendi aralarındaki menfaat (çıkar) çelişkilerinden ve birbirlerine olan güvensizliklerinden , ulusumuz için en yüksek faydaları sağlamaya çalışacaktı. Bu temasları sonucunda ;Yunanistan’a destek veren İngiltere’ye karşı , Fransa’nın desteğini sağlamayı başaracaktı.

Yusuf Kemal Bey ; İstanbul’da , ayrıca , ”Sadrazam Tevfik Paşa ve Hariciye Nazırı Ahmet İzzet Paşa ile de görüştü. 20 Şubatta Sultan Vahdettin’in huzuruna kabul edildi. Ankara Hükümetinin Sadakati konusunda , Padişaha güvence verip , Mustafa Kemal’in ; Meclisi tanıması konusundaki ricasını kabul etmesini istedi. Vahdettin ; gözlerini kapadı ve sesini çıkarmadı , böylece , eski konumunu tekrar ele geçirmek için son fırsatı da kaçırmış oldu. Bu görüşme duyulunca , Meclis , öfkeye kapıldı. Mustafa Kemal ;Yusuf Kemal’in , özel bir görevle İstanbul’a gönderilmiş olduğunu kabul etti ; Padişah , Meclisin kararlarına uyacağına söz verirse , onunla görüşebileceği bildirilmişti. Mustafa Kemal ; Hariciye Vekilinin yanlış bir yöne sürüklendiğini iddia etti. Padişahın , kendisiyle görüşmek istediği bildirilmiş ve sonra da ricacı konumuna düşürülmüştü.”(6)
İstanbul’dan Avrupa’ya giden Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey ; Londra ve Paris’te , diplomatik temaslar yaptı.
Paris’te , Fransa Başbakanı ile görüşen Dahiliye Vekili ( İçişleri Bakanı ) Ali Fethi ( Okyar ); ”Zaferi kazanabiliriz , ama , kan dökmekten çekiniyoruz.”diyecekti. Ama , Londra’da hiç kimse ile görüşemeyince , artık , Mustafa Kemal’in herkesten önce gördüğü noktaya gelecek ve Ankara’ya, ”Ulusal Amaçlarımıza , ancak , askeri yollardan ulaşabiliriz. Bu konuda , daha fazla inceleme ya da yorum yapmaya gerek yok.”görüşünü içeren bir rapor gönderecekti.
Ali Fethi Bey ; ”(….) daha sonra , yolculuğun amacının , zaman kazanmak ve İngiltere’nin, planlanan Türk Saldırısına müdahale etmek için somut bir adım atmayacağını güvence altına almak olduğunu söyleyecekti.”(7)
Sakarya Meydan Muharebesinin ağır yenilgisi sonucunda , emperyalist işgalci Yunan Ordusu , güçlükle geri çekilebilmiş ve bütün güçlerini toplayarak , özellikle Afyon’un güney-batı yönünde bir sıklet merkezi oluşturmuştu ve bütün tahkimatını , bu merkezi odak noktası esas alarak gerçekleştiriyordu.
Kendi siyasi emelleri ve menfaatleri (çıkarları) uğruna , Yunan Ordusunu bir maşa gibi kullanarak Anadolu’ya çıkarmış olan emperyalist işgalci büyük Batılı devletler (özellikle İngiltere) , Sakarya Zaferi’nin ardından , Türk Ordusu’nun er ya da geç , mutlaka , son ve kesin bir taarruz (saldırı) ile Yunan Ordusunu Anadolu Topraklarında bırakmayacağını ve söküp atacağını anlamışlardı .
İşte ; bu durumu biraz olsun geciktirmek veya durdurarak önüne geçmek amacıyla , yine o günlerde (22 Mart 1922 tarihinde) , başta İngilizler olmak üzere , emperyalist işgalci büyük Batılı devletlerden gelen ve üç ay süreli olan bir “Türk – Yunan Mütarekesi (Ateşkes) Teklifi “yapılacaktı.
Onların değerlendirmelerine göre ; Sakarya Meydan Muharebesi ile büyük bir hezimete uğramış olan Yunan Ordusu , geçecek olan bu 3 aylık mütareke süresi içinde kendisini toparlayacağı gibi , Türk Ordusu da , bir rehavet ortamı içine girerek konsantrasyonunu bozacak ve saldırı hazırlıklarını gevşetecekti.
Mustafa Kemal ise ; ordusu çok zor durumda bulunan Yunan Hükümetinin , adeta bir can simidi gibi sarılarak hemen kabul ettiği bu önerinin , büyük taarruz için yapılmakta olan hazırlıkları gevşeterek zayıflatacağını , ülkenin yarı-sömürge statüsündeki durumundan kurtulup tam bağımsızlığını sağlama yolunda , ulus için hiç bir yararı olmayacağını gördüğü için , hemen reddedecekti.
Aslında , bu mütareke önerisi ; kendisinin dışında , emperyalist işgal kuvvetlerinin yanı sıra , İstanbul Hükümetinin ve tüm muhaliflerin de sıcak baktıkları bir öneriydi . Ancak ; yaratıcı askerlik dehası ve Türk Askerinin kahramanlığına olan sarsılmaz inancı ile yüksek bir ulus ve yurt sevgisi ve bilinci ; Mustafa Kemal’in , bu teklifi , ciddiye almamasını sağlayacaktı.
Diğer taraftan ; bu günlerde ordunun ihtiyacı olan silah , araç-gereç ve malzeme de , ayrıca , büyük bir sorun oluşturuyordu.
Mustafa Kemal’in ; uluslararası kamuoyunun sempatisini kazanmak amacıyla da olsa , sadece ilke olarak bu öneriyi kabul edebilmesi için dahi ; emperyalist işgalci Yunan Ordusunun , Anadolu’yu boşaltması (tahliye) gerektiği gibi , ayrıca , ordudaki yabancı denetçilerin de bulunmaması gerekiyordu.
Tam , bu mütareke (ateşkes) teklifine cevap vereceği sırada ; hemen arkasından , 26 Mart 1922 tarihinde , yine emperyalist işgalci büyük Batılı devletlerden , bu defa da , “Barış Esaslarını İçeren Yeni Bir Nota” gelecekti. Fakat , bu nota da ; Sevr Antlaşması niteliğindeki maddeleri ile emperyalist işgalci büyük Batılı devletlerin , ulusal davamızı , hala anlamak istemediklerini gösteriyordu.Bu nota ile amaçlanan ; Türk Ulusu üzerinde bir psikolojik harekat gerçekleştirerek , TBMM ‘nin , adeta , barışa karşı olduğu görüntüsünün oluşturulması ve ulusumuzun ; TBMM üzerinde , emperyalistlerin istedikleri koşullarda bir barışın tesis edilmesi yolunda baskı yaratması idi. Ancak ; Büyük Taarruz öncesinde , , Mustafa Kemal Paşa ve TBMM tarafından , emperyalizm’in bu oyunu da görülecek ve bu nota kabul edilmeyerek , bozulacaktı.
“Mustafa Kemal ; askeri strateji de olduğu kadar , diplomaside de sağduyuluydu .Türk Ordusunu donatabilmek için , Bolşeviklerin Yardımını sağlamış ve Fransızlarla , İtalyanların , kendi müttefiklerine karşı tutumlarından yararlanmıştı. Fransızların Klikya da , İtalyanların Antalya da bıraktıkları malzemelere ek olarak ; bu ülkelerin bazı özel şirketlerinden de savaş malzemeleri satın almıştı. Ayrıca ; İstanbul’daki depolardan , gizlice malzeme kaçırılmasına , Fransız ve İtalyan Nöbetçiler göz yumuyorlardı.Yine de ; İngilizlerin , Yunanlıların tarafında çarpışmalara katılması ya da Türklerin zararına Fransa ve İtalya ile bazı anlaşmalar yapması tehlikesi vardı.”(8)
Büyük Taarruz öncesinde , Mecliste İkinci Grubu oluşturan muhalifler ; yeterli çoğunluğu sağlamak suretiyle , 5 Mayıs 1922 günü rahatsızlığı nedeniyle Mecliste bulunamaması üzerine, Başkomutanlık Kanunu’nun süresinin uzatılmasına engel olarak Mustafa Kemal’in karşısına çıkacaklardı. Ancak , hemen sonrasında ; Mustafa Kemal’in , bu konudaki kesin ve kararlı tavrı ile bu kanunun süresi uzatılabilecekti.
Mustafa Kemal Paşa ; Ali Fethi Bey ve Yusuf Kemal Bey’in , kan dökülmemesi için yaptıkları siyasal (diplomatik) temaslarından bir sonuç alınamayınca , artık , 26 Ağustos 1922 tarihinde , Yunan Ordusu üzerine , kesin sonuçlu bir askeri harekat’ın (Büyük Taarruz) başlatılmasına karar verecek ,
daha sonra ; 22 Eylül 1922 de , Büyük Zafer’in kazanılmasının ardından vereceği bir mülakatta , adeta o günleri hatırlatırcasına , “… askeri harekat ; siyasi faaliyetlerin ümitsiz olduğu noktada başlar. . ..” diyecekti.
Yurdumuzun ve Ulusumuzun kurtuluşu için kesin bir sonucu almak üzere , bütün varımızı yoğumuzu ortaya koyacağımız bu büyük savaş için ; ”seziş , kararlılık , siyasal görüş , düşman psikolojisini anlayış konusunda , başkalarında bulunmayan olağanüstü yeteneği sayesinde , hem zafere güveniyor , hem de tedbiri elden bırakmıyordu.”(9)
Bu tedbirlerden olmak üzere ; cepheye gidişini , gerekli ve belirli birkaç kişi dışında , annesi de dahil , herkesten gizleyen Mustafa Kemal Paşa , kendisini Ankara’da göstermek için , ayrıldıktan sonra , Çankaya da bir çay şöleni verdiğini duyurtacak , 25 Ağustos günü , emperyalist işgalci düşmanı vatanın bağrında boğmak için , Anadolu’nun , tüm dünya ile her türlü haberleşmesini kestirecekti.
Batı Cephesi Karargahının bulunduğu Akşehir’e , Konya üzerinden , trenle değil de , Tuz Gölü Kıyısından otomobille gidecek ve bu gidişini de kimseye bildirmediği gibi , geldiğinin de hiç bir yere bildirilmemesi için , Konya’ya varır varmaz , telgrafhaneye el koyduracaktı.
Büyük Taarruz başlayıp ta , muharebeler bütün şiddetiyle cereyan ederken ; bu konu ile ilgili olarak , Mustafa Kemal , yıllar sonra , 1927 yılında vereceği Büyük Söylevinde ( Nutuk ) , şunları söyleyecekti :
“(….) Başkomutan Savaşının sonuna değin , her gün büyük başarılarla gelişen saldırımızı, resmi bildirilerle , çok önemsiz savaşlarmış gibi gösteriyorduk.
Amacımız ; durumu , elden geldiğince , dünyadan gizlemekti. Çünkü , düşman ordusunun tümünü yok edeceğimize güvenimiz vardı. Bunu anlayıp ; düşman ordusunu yıkımdan kurtarmak isteyeceklerin , yeni girişimlerine meydan vermemeyi uygun görmüştük.
Gerçekten , bizim tutumumuzu sezdikleri zaman ve saldırımızdan hemen sonra , bize başvuranlar olmuştur.”(10)
Türk Ulusu’nun ve Yurdu’nun (Vatan) kaderinin söz konusu olduğu bu büyük savaşta , askeri bakımdan asıl amaç ; sonucu , büyük bir taarruzla ve tek bir darbe ile alabilmekti.
Büyük Taarruza ; 26 Ağustos 1922 günü , tekmil cephede başlandı. Muharebe , 5 gün 5 gece devam ettikten sonra , 30 Ağustos 1922 günü , bizzat Başkomutan Mustafa Kemal’in idare ettiği “Başkumandan Meydan Muharebesi” ile son ve kesin sonuç getiren darbe , Dumlupınar da vuruldu.
“Türkler , İstiklal Savaşını kazanmıştı. Mustafa Kemal’in ; Yunan Ordusunu , Anadolu’nun bağrında , önce durdurup sonra vurma stratejisi , başarılı olmuştu. Son darbeyi erteleyip , çılgınca hareketlerden kaçınarak , ordunun kayıplarını , en aza indirgemişti.
Üç yıl süren savaşta ; Türk Ordusunun toplam kaybı , 13.000 ölü ve 35.000 yaralıydı. Son saldırıda , ölü , yaralı ve kayıp askerlerin sayısı 13.000’e ulaşırken , Yunanlıların kaybı , 35.000 esir de dahil olmak üzere , 70.000’i geçiyordu. Ayrıca ; Yunan Ordusu , silahlarının yarısını ve malzemelerinin , neredeyse tamamına yakınını arkasında bırakmıştı. En büyük kaybı ise ; Anadolu’nun Sivil Halkı vermişti.”(11)
Bazı kaynaklarda ise ; Yunan Ordusunun kaybı , 150 000 , bazı kaynaklarda ise 200.000 olarak gösterilecekti.
“(…) Büyük Taarruz ; akıllara durgunluk verecek bir hızla , çok üstün bir başarı ile sonuçlandı. Ama ; savaş , daha bitmemişti. Zira , İzmit ve Çanakkale Yörelerinde , Boğazları koruyan İngiliz Birlikleri vardı.İstanbul ; Anlaşma Devletlerince işgal altında tutuluyordu. Doğu Trakya’da ise; bilindiği gibi , Yunanlılar bulunuyordu . Şimdi sıra , vatanın bu parçalarının da kurtarılmasına gelmişti.
Yeni bir aşama idi bu.
Buraların kurtuluşu ve kesin barış , nasıl sağlanacaktı.?”(12)
Yenilen Yunan Ordusunun başında bulunan ve esir düşen General Trikopis,”(…) yıllardan sonra , Anadolu Seferinin , ülkesi adına , feci bir yanlışlıktan başka bir şey olmadığı yolundaki düşünceye katıldı. Yunanlıların , Anadolu’da , hiç bir gerçek çıkarları yokken ; bu sefere , sırf , büyük Batılı devletler uğruna atılmışlardı.”(13)

“Aslında , İngilizler ; Yunanlıların , bu denli çabuk ve kesin bir yenilgiye uğrayacaklarını öngöremediklerinden , adamakıllı şaşırmış ve endişelenmişlerdi. (…) Temelde , İngiltere ; kendi emperyalist çıkarları açısından , haklı bir endişe içinde idi. Lloyd George’un , 16 Eylül 1922 tarihinde , İngiliz Halkına yayınladığı ve W.Churchill’in kaleminden çıkmış olan bildiride , şunlar belirtiliyordu :

“…..Müttefiklerin , Mustafa Kemalci Kuvvetler tarafından İstanbul’dan dışarı sürülmesi , son derece feci sonuçlar doğurabilecek , bütün İslam Ülkelerinde nereye varacağı belli olmayan tepkiler yaratacak , yalnız İslam Ülkelerinde değil , Büyük Savaştan yenik çıkan bütün devletlerde fırtınalar kopartacak , zayıf Türk Kuvvetlerinin çabaları ile ulaşılan , kendilerinin hayal bile etmedikleri başarılar, onların da gözünü açacak ve cesaretlerini artıracaktır…..Muzaffer Türklerin , yeniden Avrupa’da görünmesi , bütün Balkanlarda , son derece ciddi bir kargaşalığa sebep olabilir.”(*)
Burada ,“Aslında ilginç olan nokta ; günümüzde , kimilerince küçümsenmek istenen Anadolu Hareketinin , Emperyalizm için , ne denli önemli olduğunun , bir emperyalist Başbakan tarafından açıkça belirtilmesidir.” (14)
Mustafa Kemal’in , yıldırım hızıyla kazandığı zafer ; iki yıllık bir politik çabanın sonucu olduğu gibi , Yunanlıların Anadolu’da uğradıkları yenilgi de , yalnızca umuda dayanan hatalı hesapların sonucuydu.” (15)
“Türklerin kazandığı zaferin sürati ve büyüklüğüyle şaşkına dönen İtilaf Devletleri , bir Ateşkes İmzalanması önerisini yinelediler.” (16) Ancak bu defa ateşkes teklifi ; bilindiği gibi , bizim de kabul edeceğimiz ”Mudanya Mütarekesi ( Ateşkes) ”olacaktı.
Büyük Zaferin kazanılmasının ardından , İngiltere Kabine (Hükümet) Üyelerinden biri , daha sonra ABD’de yayınlanan bir dergide , şu gerçekçi yorumu yapacaktı :“Bugün ; Türk , yeniden muzaffer bir edayla ayakta durmakta , İngiltere ve Avrupa , elverişli barış koşulları sağlamak için , sanki , ona yalvarmaktadır. Bu arada , tüm İslam dünyası ; Yunanistan’ın yenilgisini , İngiltere’nin yenilgisi olarak görmekte ve bayram etmektedir. Ve İngiltere ; kendi yaratmış olduğu felaketin , daha da büyümesini engellemek amacıyla , İstanbul ve Doğu Trakya’nın , Türklerin eline geçmesine razı oldu.”(17)
Mustafa Kemal ; yıllar sonra vereceği , 1927 yılındaki Büyük Söylevi (Nutuk)’nde , 30 Ağustos 1922 günü , Büyük Zaferle sonuçlanan Ulusal Bağımsızlık Savaşı ( Türk İstiklal Harbi ) ile ilgili olarak , şunları söyleyecekti: “Her evresi ile düşünülmüş , hazırlanmış , yönetilmiş ve utkuyla (zafer) sonuçlandırılmış olan bu savaşlar ; Türk Ordusunun , Türk Subaylarının ve Komutanlarının , yüksek güçlerini ve yiğitliklerini , tarihte , bir daha saptayan ulu bir yapıttır. (eser) Bu yapıt ; Türk Ulusunun , özgürlük ve bağımsızlık düşüncesinin ölümsüz anıtıdır. Bu yapıtı yaratan bir ulusun çocuğu , bir ordunun başkomutanı olduğum için , sevincim ve mutluluğum sonsuzdur.”(18)
“Ancak , bir tek adam ; Emperyalist Kudretin İçyüzünü , gerçekliğiyle sezip kavramıştı. devrimci dinamizm’in , bütün mantıki sonuçlarını hesaba katarak , ona karşı koyabilmişti;
Kemal Atatürk!.
Onun yönetimi altında , on altı milyon Türk , ötekilerden , milyarların ulaşamadıklarını ele geçirebilmişti. Yalnız ; onun iradesi altındaki Türk Ulusu , Emperyalizmi alt edebilmiştir.” (19)
30 Ağustos Büyük Zaferinin hemen ardından ; Emperyalistlerin (Müttefikler) kendi içlerindeki ve aralarındaki sorunlar da , artık , farklı boyutlara doğru taşınmaya başlamıştır.
“Türkler ; galip gelmişti. Düşmanın – yani İngilizler , Fransızlar , İtalyanlar ve Yunanlıların-artık , onlarla savaşacak gücü tükenmişti. Kendi aralarında kapışmakla meşguldüler. Aralarındaki ittifak , düşmanlığa dönüşmüştü. İngiliz , Fransız , İtalyan ve Yunan Halklarından hiç biri , Türkiye’de neler olduğunu , bir nebze bile umursamıyordu. Türklerle savaşmak için artık , bir adam ya da bir at , hatta , bir kuruş bile harcamaya niyetleri yoktu. Bedeli ne olursa olsun , barış istiyorlardı.(……)
Evet , İstanbul’da hala ; birkaç düşman birliği olduğu doğruydu , ama , onların kalmasına , şimdilik tahammül edebilirdi. Tedirgin edici de olsalar , aslında , tümüyle etkisizdiler. Sadece , göz yumulduğu için orada kalabiliyorlardı.(…..)
Artık ,Türkiye’nin ; kabul edebileceği barış şartlarını bildirmesinin zamanı gelmişti. Bu koşullar , Misak -ı Milli’dekilerle aynıydı. Türkiye ; yabancı müdahalesi olmaksızın , kendi sınırları içinde , bağımsız bir egemen devlet olmalıydı.”(20)
İngiltere’nin ünlü Devlet Adamı W. Churchill , Türk Ordusunun , 30 Ağustos 1922 Büyük Zaferini , hemen ardından şöyle değerlendirecekti :
“Bir yandan Yunanlıların akılsızlığı ; öte yandan , müttefiklerin , işi ağırdan almaları, aralarındaki uyuşmazlıklar , dalavereler , şimdi Avrupa’nın üzerinde patlayan bu felaketi , uzun zamandan beri hazırlamıştı. Sevrés Antlaşmasını imzalayanlar , Yunan Kalkanı’nın arkasına saklanarak , hayallerini sürdürmek istemişlerdi. Şimdi de , Kalkan ; tuzla buz olmuştu. Avrupa’yla bu geri tepen savaş arasında , bir düzine kadar dağınık İngiliz , Fransız ve İtalyan Birliği’nden başka bir şey yoktu.”(……)
İtilaf Devletleri ; Mustafa Kemal’le , ya çatışmak ya da uyuşmak şıklarından birini seçmek zorundaydılar.”(21)
“İşte ; Lloyd George’un , yeni bir Yunan İmparatorluğu kurma yolunda giriştiği denemenin sonucu , bu olmuştu. Öyle bir sonuç ki , kendisini de , birkaç gün içinde politika hayatına veda etmek zorunda bırakacaktı. (……) Llyod George ; böylece , istifa etmek zorunda kaldı.(…..) Bonar Law , Başbakan oldu. Asi diye küçümsenen bir Türk , üç yıllık bir kavga sonunda , İngiltere Hükümetini ve ünlü Başbakanını devirmeyi başarmıştı.“(22)
Büyük Zafer’e ; Batılı emperyalist işgal devletleri gibi , hiç sevinmeyen bir kişi daha vardı. Bu kişi , Ulusal Bağımsızlık Savaşı sırasında , ulusunun ve vatanının aleyhine onlar ile işbirliği yapan Osmanlı Sultan-Halifesi idi.
“Bu sırada , yani ; Türklerin , sonsuz sevinçlerini ortaya koydukları bu zamanda , aynı ırktan , sadece bir adam , memleketinin hürriyeti uğrunda savaşan ordularının zaferi karşısında , kenarda ve üzüntüden yıkılmış durumda idi. Çünkü ; Milli Savaşta , kan kardeşleriyle beraber olamamıştı. İşgalciler tarafından Anadolu’nun ortasına kadar sürülmüş olan yurttaşlarına , kaderin , bir gün güleceğini tahmin edememişti.
Küçük Asya’nın yüksek yaylalarında kadınlar , ihtiyarlar , çocuklar ateş hattına cephane götürmek için her türlü işkence , hatta ölüm ile karşı karşıya iken , İstanbul’da en sade hamal bile , yeni hürriyet temeline bir taş koyabilmek için hayatını tehlikeye atmaktan çekinmezken , sadece o ; tüm milletin kutsal diye nitelediği bu savaşa , vücudunu koymaktan çekinmişti. Dahası var , milleti , bu dava uğrunda kendini feda ederken , o ; memleketinin düşmanlarıyla anlaşmaktan korkmamıştı. Hürriyet adına , hayati bir kahramanlıkla halkı ayaklandıran bir mücadelenin dışında kalmakla yetinmiyor , kardeşlerinin gırtlağını sıkanların başarısını diliyordu. Bu adam ; milletine , kanına , ırkına ihanet eden bu kişi , tüm Osmanlıların İmparatoru , tüm Müminlerin Emiri , Halifesi , Tanrının yerde gölgesi, Mekke Medine ve Kudüs’ün Hadimi , Osmanlı Hanedanının otuz yedinci Hükümdarı Mehmet Vahidettinden başkası değildi.”(23)
O da ; Büyük Zaferden sonra , Müttefikler gibi , Mustafa Kemal ile ya çatışmak ya da uyuşmak şıklarından birini seçmek zorunda kalmıştı. Ancak ;önce , Mustafa Kemal ile uyuşma yolunu seçti.Bu amaçla , Lozan (Lausanne)’da bir konferans toplanmasının kararlaştırıldığı günlerde , ”Padişah VI. Mehmet Vahidettin , başkaca bir kurtuluş çaresi arayamayacak kadar korkak bir adamdı. Gerekirse ; Mustafa Kemal’i , Sadrazam veya Başbakan olarak kendi hükümetine kabule hazır olduğunu bildirdi. Ama , Gazi ; bu göz boyama tekliflerini , bu eskiçağ formüllerini , kesin olarak reddetti.”(24)
Büyük Zaferin hemen ardından imzalanan Mudanya Mütarekesi (Ateşkes) nden sonra ; emperyalist işgalci büyük Batılı devletler (İtilaf Devletleri) , çatışma yolunu değil uyuşma yolunu seçmişlerdi. Bu amaçla ; 20 Kasım 1922 tarihinde İsviçre’nin Lozan ( Lausanne ) Şehri’nde toplanacak olan Barış Konferansına , Kemalist Hükümetin yanı sıra , Osmanlı Hükümetini de , birer heyet göndermek üzere davet etmişlerdi.
Ancak , bu birlikte davet ; T.B.M.M. de büyük bir tepki ile karşılanacak ve hemen ardından , zaten fiilen kaldırılmış olan Saltanat’ın , hukuken de kaldırılması için gerekli ortamı hazırlayan , en önemli bir tarihi fırsat haline gelecekti.
Ve Büyük Devrimci Mustafa Kemal ; böylece , İngiltere Başbakanı Llyod George gibi , işbirlikçisi olan Sultan-halife Vahidettini de devirmeyi başaracaktı.
Bütün bu siyasal gelişmelerden sonra , uyuşma umudunu artık kaybeden Osmanlı Sultan-Halifesi ; Mustafa Kemal ile çatışma şıkkını seçecek cesareti de gösteremeyecek ve daha sonra , çareyi , özellikle işbirliği yaptığı emperyalist İngiltere’nin himayesine sığınarak , kaçmakta bulacaktı.
Mustafa Kemal ; 30 Ağustos 1924 tarihinde , kazanılışının 2.Yıldönümünde Büyük Zafer hakkında , kazanıldığı yerde yapılan bir törende ; bu zaferin , Türk Tarihi’nin en önemli bir dönüm noktası olduğunu , sadece bizim tarihimize değil , Dünya Tarihine de , kesin etkili yeni bir cereyan verdiğini belirttikten sonra , en önemli ve en büyük sonucunun , Türk Ulusunun , egemenliğini , kayıtsız şartsız eline alması olduğunu , üzerine basa basa , konuşmasının ; bu , en anlam yüklü kısmında şöyle konuşarak ifade edecekti :
“Efendiler !.., bu muazzam zaferin muhtelif amilleri fevkinde , en mühimmi ve en alisi , Türk Milletinin , bilakaydüşart , hakimiyetini eline almış olmasıdır. Bu hadisenin , tarihimizde ve bütün cihanda ne büyük ve ne feyizli bir inkılap olduğunu , izaha lüzum görmem. Milletlerimizin , uzun asırlardan beri Han’lar , Hakanlar , Sultanlar , Halifeler elinde , onların tahakküm ve istibdadı altında ne kadar ezildiğini , onların hırslarını temin yolunda , ne kadar büyük felaketlere ve zararlara uğradığını düşünürsek ; milletimizin , hakimiyetini eline almış olması hadisesinin , bütün azamet ve ehemmiyeti , nazarlarımızda tecelli eder. Gerçi , bu Büyük Zafer’in ferdasına kadar , İstanbul’da , Halife ve Saltanat unvanıyla bir makam vardı. Fakat , bu zaferden sonra , millet , o makamları ve o makam sahiplerini , layık olduğu akıbete isal etti.”(25)
Yine , bu konuşmasının bir bölümünde ; şunları söyleyecekti :
“Mahkum olmak istemeyen bir milleti , köleliği altında tutmaya gücü yetecek kadar kuvvetli despotlar (zorbalar) , artık , bu dünya üzerinde kalmamıştır.
Türk Milleti ; son mücadeleleriyle , özellikle burada kazandığı zaferle , gösterdiği azim ve iradeyle , bilinen bu gerçeği , bir defa daha , tarihe , çelik kalemle kazımış bulunuyor.”
“30 Ağustos Zaferi’nin Neticelerini ; siyaset sahasında almak , pek kolay olmadı. Yeni Türkiye Devleti’nin Baş Temsilcisi İsmet Paşa, Lausanne’da toplanan barış konferansında , muzaffer bir milletin haklarının savunucusu olduğunu , Müttefik Devletler Diplomatlarına zorla kabul ettirdi.(……) Nitekim , 24 Temmuz 1923 de imzalanan Lausanne Barış Antlaşması da , Türklerin isteklerine uygun şekilde düzenlendi. Misak-ı Milli Sınırları , ana hatlarıyla elde edildi.
(…..)
30 Ağustos Zaferi ile taçlanan Milli Mücadelenin semeresi olan bu barış antlaşması , Türkiye’nin modern bir devlet olarak gelişmesine zemin hazırlıyordu. Gerçekten , müteakip yıllarda Türk Milleti , Atatürk’ün önderliğinde , Kuva’yı Milliye Ruhundan feyz alarak , eşsiz bir inkılap hamlesini başarıya ulaştırmıştır.”(26)
Bu antlaşma ile ; ayrıca ,”(….) İktisadi ve Siyasi Özgürlüğümüzü sınırlayan yüz yıllık Kapitülasyonlar da tarihe karışmıştır. Bu suretle , askeri zafer , aynı büyüklükte siyasi bir zaferle tamamlanmış oluyordu.”(27)
30 Ağustos 1922 Büyük Zaferi ile ; Türk ve Dünya Tarihinde , en önemli bir dönüm noktası olan “Başkumandanlık Meydan Muharebesi (Büyük Taarruz)” ; Ulusal Bağımsızlık Savaşı veren kahraman Türk Ordusu’nun, Doğu Cephesinde Ermeni Ordusuna karşı yaptığı ve Batı Cephesinde de Yunan Ordusuna karşı yaptığı “Birinci İnönü” , “İkinci İnönü ve “Sakarya” Meydan Muharebeleri gibi zaferlerle sonuçlanan “Taktik Muharebeler” in ardından gerçekleştirdiği ve büyük bir zafer ile sonuçlandırdığı , Ord. Prof. Dr. H. Veldet Velidedeoğlu’ nun belirttiği gibi , “Stratejik Muharebe”nin adıdır. Ulusal Bağımsızlık Savaşımızın tacıdır.

Büyük Zaferin kazanıldığı Başkumandanlık Meydan Muharebesi ; Kemalist Devrim’in İhtilal ve Harp Aşamasının , işgalci Batı Emperyalizminin Haçlı Seferine karşı son harbi olup , Büyük Zaferin kazanıldığı gün ; Misak-ı Milli’nin hedef aldığı amaca ulaşıldığı , Türkiye’nin Yeni Tarihi’nin ve Milli İstiklalin bütün azameti ile tebellür ettiği (belirdiği , billurlaştığı ) gündür ve Türk Ulusu’nun yaşama azminin büyük bir eseridir.Emperyalizm İşbirlikçisi ve meşruiyetini yitirmiş bir ferdi saltanat rejimi olan despot ( zorba ) bir Saltanat Yönetimine karşı ; ancak ihtilal yapılması halinde vatan savunmasının yapılabileceğinin en büyük kanıtıdır.
Başkumandan Mustafa Kemal Paşa ; bu eserle ilgili olarak , hemen ardından , şunları söyleyecektir : “Bu eser ; Türk Ulusu’nun özgürlük ve bağımsızlık düşüncesinin ölümsüz anıtıdır. Bu eseri yaratan bir ulusun çocuğu , bir ordunun başkumandanı olduğum için , sevincim ve mutluluğum sonsuzdur.”
“Arkadaşlar ! Bu Anadolu Zaferi ; tarih arasında , bir millet tarafından tamamen benimsenen bir fikrin , ne kadar kadir ve ne kadar muhyi bir kuvvet olduğunun en güzel bir misali olarak kalacaktır (şiddetli alkışlar) .Önümüze dikilen bütün mevanii , birer birer yıkıp aştıktan sonra , bugün , artık , Misak-ı Milli’nin çizdiği hudutlar dahilinde mesut , müreffeh ve hür yaşamak için her ne lazımsa , bunların hepsini istihsal edeceğiz (alkışlar).
Mustafa Kemal Paşa ; daha sonra , 1928 yılında , Büyük Zafer hakkında şunları söyleyecekti: “30 Ağustos’ta sevk ve idare ettiğim muharebe , Türk Milletinin , yanımda bulunduğu halde idare ettiğim ilk ve son muharebedir. Bir insan ; kendini , milletle beraber hissettiği zaman , ne kadar kuvvetli buluyor , bilir misiniz ? Bunu tarif , müşküldür.”
Yine , onun , 7 Temmuz 1922 tarihinde , Büyük Taarruz’dan kısa bir süre önce söyledikleri çerçevesinde düşünürsek ; Türk Ordusunun , ulusu ile birlikte , emperyalizm’e karşı 30 Ağustos 1922 tarihinde kazandığı bu Büyük Zafer ; ulusal değerinin yanı sıra , aynı zamanda evrensel bir değer de taşımakta ve bu itibarla da , yalnız kendi nam ve hesabına değil , aynı zamanda, dünya’daki ezilen ve sömürülen bütün Mazlum Ulusların , bütün Doğu’nun adına kazanılmış olarak da değerlendirilmektedir.
Dünya’nın , Emperyalizm tarafından ezilen ve sömürülen bütün Mazlum Ulusları için bir umut ışığı olan “Büyük Zafer ; Asya ve Afrika’nın kurtuluş umutlarını alevlendirmiştir.Gerçekten ; tarihte çığır açan bir zafer olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk ; gerçekten , sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı ilk savaşın öncüsü ve muzaffer öncüsü olmuştur.(….) Büyük Zafer ; Doğu’yu coştururken , Batı’yı kaygılara gömmüştür. Batılılar ; Mustafa Kemal’in açtığı çığır yüzünden ; sömürge imparatorluklarının sarsılacağını ve ilerde yıkılacağını görür gibidirler.” (28)
“30 Ağustos ; Tutsak uluslar için bir ülkü , bir amaç , bir erektir; çünkü , 30 Ağustos Zaferi , bir kurtuluş ve dolayısıyla , bir umuttur. Bütün yönleriyle , bu zaferin ; Dünya Tarihinde , biri Türk Ulusu için ; öbürü yeryüzünün Tutsak ulusları için ; öbürü de Makine Çağına ayak uyduramamaları yüzünden gelişememiş ulusları sömüren emperyalist güçler olmak üzere üç anlamı vardır.
“Birinci Dünya Savaşında , artık bitti , yok oldu sanılan Türk Ulusunun , hiç umulmadık bir biçimde kendini toparlayıp , hiç umulmadık bir zamanda , zalim bir düşmanı , hem de bütün emperyalist güçlerce desteklenen bir düşmanı vatandan atması, özgürlük ve bağımsızlığına kavuşması , öteki Mazlum ulusların gözlerini açmış , baş eğmeyi isyana ; umutsuzluğu umuda ; yokluğu varlığa çevirmiş , Asya’da ve Afrika’da ; gerek o zaman , gerek İkinci Dünya Savaşından sonra tanık olduğumuz Kurtuluş Savaşları başlamış, birçok ülke ; sömürgecilik zincirini kopararak , bağımsızlığına kavuşmuştur.”(29)
“30 Ağustos Zaferi ; varlığına kastedilen büyük Türk Milletinin yeniden hayata dönüşünü sağlayan bir zafer olup , yeni Türkiye Cumhuriyetinin temelini oluşturmuştur. Başka bir ifadeyle ; Türk Milletini , sömürge durumuna düşmekten kurtaran ve Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasını sağlayan bu zaferdir. 30 Ağustos Zaferi ; Balkan Harbinin hemen ardından gelen Birinci Dünya Harbinde , 4 yıl gibi uzun bir zaman , Avrupa’nın ve Dünya’nın en büyük devletleriyle savaşarak bitkin düşen bu Milletin , daha 3 yıl 3 ay ve 11 gün gibi çok uzun bir zaman katlandığı sıkıntıların ve döktüğü kanın bedelidir.
Türklüğün var olmasını sağlayan 30 Ağustos Zaferi ; eğer kazanılmamış olsaydı , hiç şüphesiz , hain İstanbul Hükümetinin , ne hikmetse imzalamış olduğu Sevr Antlaşması uygulanır ve bu güzel vatanımız , parçalanarak , bir devletler mozayiğine dönüşürdü.
Bütün bunlara ilâve olarak ; Yunan Emellerini , Yunan Megalo İdeasını ebediyen söndürmesi bakımından da , 30 Ağustos Zaferinin , Türk Askerî ve Siyasî Tarihinde , müstesna bir yeri vardır.”(30)
“Büyük Zafer ; ülkenin her yanında coşkuyla karşılanırken , dış Müslüman Ülkelerden tebrik telgrafları gelmeye başladı. İlk tebrik edenlerin başında Sovyetler Birliği Elçisi Aralov vardı. Aralov “Batı Emperyalizmi”ne karşı savaşan Türkiye‘yi kurtlarken, Müslüman ülkeler Haçlılara karşı elde edilen başarıyı kutluyorlardı. Fransa, İngiltere, İtalya , ve A.B.D.’nin İzmir’deki Konsolosları ve Amiralleri de 10 Eylül’de Ordu Komutanı’nı tebrik ettiler. Fakat endişe içinde oldukları açıkça ortadaydı. Çünkü bu savaşla yalnız Yunanlılar yenilmiş değil , İtilaf Devletleri’nin (Lloyd George, Wilson, Clemenceau, Orlando) kurdukları dünya düzeni de yıkılmış oluyordu. New York Times, Yunan yenilgisini insanlığın ve uygarlığın başına gelen en büyük felaket olarak nitelendirirken , İngiliz Basını , olayı dehşetle veriyor ve Fransız Basını , Türkiye’ye yeni bir savaşın açılıp açılmayacağını soruyordu. Gazete başlıklarında “Türk Zaferi“, “Türkler İzmir’de” yazıları yer alırken 250.000 kişilik Türk Ordusu’nun Yunanlıları nasıl ezip geçtiği , Yunanlıların insan ve silah , cephane kayıpları üzerinde duruluyordu. “Le Temps Gazetesi” , on beş günde , bir yıldırım harbiyle iki Yunan Ordusu’nu yok edip, kalıntılarını denize döken Türklerin , “Küçük Asya Sorunu“nu çözdüklerini , Kral Konstantin’in maceracı politikasının feci sonucunu , gerçekçi bir yorumla veriyordu.”
(…..)“Yunan Ordusu’nun on beş gün içinde imhası ile sonuçlananBüyük Zafer“; Başkomutan’ın büyük riski göze alarak, güçlü bir sıklet merkezi yapmak, taarruzda baskını sağlamak, denk kuvvetle , ateş üstünlüğüne sahip düşmana karşı savaşta kesin sonuç ; yerini seçme , doğru karar verme, iç ve dış politikayı iyi yönetmek, ulusu ve orduyu kaynaştırıp savaşa hazırlamaktaki üstün başarısıyla kazanıldı. Türk Ordusu ; 4-5 ayda parçalanamaz denen Yunan Cephesi’ni bir kaç günde parçaladı. 15 günde 500-600 km. yol aldı. 150.000 kişilik bir düşman ordusunu imha etti.
Bu büyük başarı ; içte ulusal bütünlüğü ve güveni sağladı. Öldü zannedilen Türk Ulusu’nun azmi , bu düşünceyi yıktı. Mudanya Ateşkes Antlaşması ve Lozan Atlaşması’nın imzalanmasını hazırlaması bakımından, büyük güç kaynağı oldu. Tam Bağımsız Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve Türk Devrimi’nin güç kaynağı , yine bu zafer oldu.
Sevr ile , “Doğu Sorunu“nu diledikleri gibi çözebileceklerini zanneden İtilaf Devletleri, Türkiye’nin gücünü ve Lozan’da Doğu Sorunu’nun kapandığını kabul ettiler. Atatürk’ün dediği gibi, zaferler , amaçları ve sonuçları bakımından önem taşırlar. Tarihte , büyük meydan savaşları çok olmuştur. Fakat , bunların çoğu , aynı ölçüde büyük sonuçlar getirmemiştir. Başkomutan Meydan Savaşı , yalnızca, düşman ordularını denize dökmek ve ülkeyi kurtarmakla kalmamış , Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu hazırlamıştır.” (31)
Türk Ulusu’nun ; daha önce , zaten , daha önce , fiilen ele almış olduğu kayıtsız şartsız egemenliğini , kısa bir süre sonra Saltanatın Kaldırılması ile , hukuken de , kayıtsız şartsız ele almasının yanı sıra , Lozan ( Lausanne ) Barış Antlaşması ile ; 23 Nisan 1920 tarihinde fiilen kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin , 29 Ekim 1923 tarihinde hukuken de kuruluşuna (ilanına) giden sürecin kısalmasına neden olmuş ve Yeni Bağımsız Türk Devleti’nin hukuki varlığının , uluslararası alanda tanınmasına zemin oluşturmuştur.
Tek bir cümle ile ifade edecek olursak ; bütün bu mücadelelerde , “Mustafa Kemal; hem yeni Türkiye’yi tasarlayan beyin , hem onu yoğurup meydana getiren bilek olmuştur.
Bu ülkenin yaratıcısı da , kurtarıcısı da , yenileyicisi de o dur.”(32)
Emperyalizm’in ; o dönemde uygulamak istediği bir “Ortadoğu Projesi” nin de içinde yer aldığı , kurmak istediği “Yeni Dünya Düzeni”ne , bu zafer ile en büyük darbeyi indirerek , onun belini kıran da o dur.



“19 Mayıs 1919 da Samsun Kıyısından başlayan yolculuk , 9 Eylül 1922 de İzmir’de sona erdi. Ama , bu son , bir başlangıçtı da…İstiklal Savaşı ; İzmir Rıhtımlarında başladı ve orada bitti. Adına , ”Milli Kurtuluş Hareketi” denilen büyük ve çağdaş hareketin , kuruluş ve inşa devri ise , bu bitişten sonra başlayacaktır.Çünkü , zafer ,Gazi Mustafa Kemal için , gaye değil , vasıtaydı…”(33) ve bu büyük yolculuğun , en önemli dönüm noktalarından biriydi.“30 Ağustos 1922 Başkumandanlık Meydan Muharebesinde , İstiklal Savaşının neticesi belli olmuştur. Bu netice , yeni Türkiye’nin , dünya içinde yer alışına yol açan bir savaşın kazanılışıdır.”(34)“Gazi ; bu mücadelesinde yalnız değildi. Binlerce , yüz binlerce adsız vardı. Bu adsızlar , ya savaşkan birer er diler , ya muharebelerin mihnetlerine alın terleri ve göz yaşları ile katılmış yarı aç , yarı tok lime lime kıyafetli analar , gelinler , kızlar , çocuklar ve ihtiyarlardılar.(….) İşte , asıl Kuva-yı Milliye buydu!…”(35) “Netice ; kısa zamanda alınmıştır ama , bu netice ; uzun , mihnetli , çileli ve bazen ümit kırıklıklarına kadar varan uzun hazırlıkların ve mücadelelerin eseridir. Hem içeriye , hem dışarıya karşı bir sıra madde ve ruh direnişlerinin eseri.
Biz ve bizden sonraki nesiller ; bu , dayanılması her faninin işi olmayan çilelerle , ruh buhran ve direnişlerini , belki , tam gereğince değerlendiremeyebiliriz.. Hatta ; belki , onların inkar edilmesi de mümkündür. Ama , bu unutkanlık ve bu inkar , onların , devlerin eseri olan değerlerinden , hiçbir zerreyi eksiltmez.” (36)

A.Sami SEZER
www.kemalistler.org



KAYNAKLAR

(1) Hıfzı Veldet Velidedeoğlu , “12 Mart Faşizmin Felsefesi”, Kuşak Ofset Basımevi ,İstanbul 1990
(2) Şevket Süreyya Aydemir,”Tek Adam Mustafa Kemal”. 11.B. , 1.C.,İstanbul 1987,
(3) Ahmet Mumcu,”Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi”,5. B.,İnkılap ve Aka Basımevi,İstanbul 1979
(4) http//www.xemoforum.com/archive/index.php/ v Bulletin v 3,6,7, Copyright c 2000-2007 , jelsoft Enterprises Ltd.
Translated By Xemoforum
(5) Falih Rıfkı Atay,”Babanız Atatürk Bayrak Atatürkçülük nedir?Atatürk Ne İdi?” İstanbul 1990
(6) Andrew Mango,”Atatürk”,Çev.Füsun Doruker,1.B,Medya Ofset,İstanbul 2000
(7) Andrew Mango,”a.g.e.
(8) Andrew Mango,”a.g.e.
(9) Lord Kinross,”Atatürk,Bir Milletin Yeniden Doğuşu” Çev. Necdet Sander,10.B.,Altın Kitaplar Basımevi,İstanbul 1988
(10)Gazi M. Kemal Atatürk,”Söylev”,3.B.,Basıma hazırlayan H.Veldet Velidedeoğlu, Erdini Basımevi , İstanbul 1979
(11) Andrew Mango,”a.g.e.
(12) Ahmet Mumcu,” a.g.e.
(13) Lord Kinross,” a.g.e.
(*) David Walder;”Çanakkale Olayı”,Çev.M.Ali Kayabal , Milliyet Yayınları , İstanbul 1971
(14) Toktamış Ateş,”Türk Devrim Tarihi”,3.B.,Güryay Matbaası , İstanbul 1984
(15) Andrew Mango,”a.g.e.
(16) Andrew Mango,”a.g.e.
(17) İngiliz Kabinesi Üyesi Charles F.G.Masterinan , Amerikan The Atlantic Monthly Dergisi, Ocak 1923
(18) Gazi M. Kemal Atatürk,”Söylev”, Basıma Hazırlayan ; Ord. Prof. Dr. H. Veldet Velidedeoğlu
(19) Dr.Stephan Ronart,”Bugünkü Türkiye”
(20) H . C. Armstrong “ Bozkurt”,5.B. , Çev: Gül Çağalı Güven , Yaylacık Matbaası , İstanbul 1997
(21) Lord Kinross , a.g.e.
(22) Lord Kinross a.g.e.
(23) Paul Gentizon, “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” , 1.B., (Mustafa Kemal ou L’ Orient en
Marche,), Çev. Fethi Ülkü , Başbakanlık Basımevi, Ankara 1983
(24) İhtilaller ve Darbeler Tarihi (Güneş Yayınları)
(25) Herbert Melzig”Atatürk Dedi ki”, Sümer Matbaası , Ankara 1942
(26) Ercümend Kuran” Atatürkçülük Üzerine Denemeler”
(27) Mustafa Baydar” K.Atatürk Diyor ki”, 8.B., Dilek Matbaası , İstanbul 1973
(28) Bilal N. Şimşir , “Atatürk ile Yazışmalar I. (1920-1923) , Başbakanlık Basımevi , Ankara 1981
(29) H. Veldet Velidedeoğlu , “Sağsız Solsuz Demokrasi”, 3. B., Yükselen Matbaacılık , İstanbul 1976
(30) Nusret Özselçuk , “30 Ağustos Zaferi’nin 65. Yıldönümü Münasebetiyle”,
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 9, Cilt III, Temmuz 1987
(31) http//www.xemoforum.com/archive/index.php/ v Bulletin v 3,6,7, Copyright c 2000-2007 , jelsoft Enterprises Ltd.
Translated By Xemoforum
(32) Charles de Chamrun , (Fransa Büyükelçisi) , ”Traditions et Souvenir ,Paris 1952;”Atatürk’e Saygı”,1969
(33) Şevket Süreyya Aydemir,”Tek Adam”.2.C.,İstanbul 1986,10.B.,İstanbul 1986
(34) a.g.e
(35) a.g.e
(36) a.g.e

0 yorum:

Yorum Gönder